Müslüman ülkelerde satılan gıdalar için haram olduğuna dair ek/özel bir bilgi bulunmadığı sürece, ayrıca bir “helal sertifikası” düzenlemeye ihtiyaç olmadığını vurgulayan Bardakoğlu’na göre, böyle bir uygulamanın bir sektöre/çıkar ilişkisine dönüşmesi ve dini değerler üzerinden haksız rekabete yol açması da mümkün… Gıda Hattı Yayın Yönetmeni İlknur Menlik’in sorularını yanıtlayan Prof. Dr. Ali Bardakoğlu’un çarpıcı değerlendirmeleri şöyle:
Dünyada Müslümanların yaşadığı coğrafyalarda giderek yükselen “Helal tüketim” trendi ile birlikte, “Helal Gıda” kavramı da gündemimize girdi. Helal gıda belgelendirmesi ise tüketilen gıdalar konusunda kafa karışıklığını, ayrıca konunun bir ticari kâr aracı olarak amacından saptırılması tehlikesini de beraberinde getiriyor.
“Helal-haram kavramları bütün dinlerde var”
Sayın Bardakoğlu, sohbetimize isterseniz “Helal-Haram” kavramları ile başlayalım. Bütün dinler helal-haram kavramlarına yer veriyor. Burada amaç, “insanları dinen sakıncalı olan şeylerden korumak” diyebilir miyiz?
Haram ve helal birer dini terimdir ve haram denince yapılması din tarafından yasaklanan bir davranış, helal denince de yapılmasına izin verdiği veya dinin karışmadığı davranış kastedilir.
Bütün dinlerde bu iki kavram da vardır ve her bir dinin yasakladığı ve serbest bıraktığı fiiller diğerinden farklı olabilir. Dinlerin yasaklaması; yakınlar arası evlenmeden belli suçlara, bazı gıda maddelerinden sosyal hayattaki bazı davranışlara kadar birçok alanda söz konusu olabilir. Her bir dinin haramlar listesi o dine özgü olsa da bütün dinlerin, akıl ve sağduyunun ortaklaşa buluştuğu birçok haram vardır.
“Bir şeyin helal olması için dinin haram saymaması yeterli”
Dinler esasen haramları belirler, helal olanları ayrı ayrı saymaz. Bir şey dinde haram kılınmamışsa helaldir. Çünkü aksine bir hüküm olmadığı sürece bir maddenin helal oluşu kuraldır. Yani bir şeyin dinde helal olması için, dinin onun helal olduğunu açıklaması şart değildir; dinde onun haram sayılmaması helal olması için yeterlidir. Bu sebeple bir şeyin haram oluşu için delil gerekir, helal oluşu içinse gerekmez.
Sorunuzun ikinci kısmına gelince, din insanın dünya ve ahiret hayatındaki mutluluğunu sağlamayı amaçlar. Dinin bildirimleri insana gönderilen metafizik bir aydınlanma ve manevî destek niteliğindedir. Din hayatımızın bütüncül aydınlatmasını ve uzun soluklu anlamını bize açıklar. Bunu da varoluş serüvenimizin aslını ve devamını, Yüce Yaratanı, neye niçin inanacağımızı, Yaratana nasıl ibadet edeceğimizi, birbirimize nasıl davranacağımızı göstererek yapar.
Dinin normatif düzenlemelerinin bir kısmı da haramlardır. Haramlar hem Allah’a karşı hem de birbirimize karşı belli sorumluluklarımızın olması demektir. Bunun için de dinin haramları, insanların birlikte huzur, barış ve güven içinde yaşamasını, birey ve toplum sağlığının korunmasını hedefler. Ancak bu amaç, haram oluşun gerekçesi değil; sonucu ve yarar kısmıdır. Çünkü haramlık böyle bir yararın bulunması şartına bağlı değildir. Böyle bir yarar olsun veya olmasın dinin sahibi Allah bir şeyin haram olduğunu söylemişse, bu bildirim, o dine inananlar nezdinde o şeyin haram olması için yeterlidir.
“İnsanların haram sayma yetkisi yoktur”
İslam Dini açısından, “Helal-Haram” kavramlarını nasıl tanımlarsınız? Dinimizde farklı inanışlar da olduğunu göz önünde tutarsak, tek bir helal-haram kriteri koymak mümkün müdür?
Helal ve haram, birinin tanımı diğerinin de tanımlanmasını sağlayan iki zıt kavramdır. Birisi Allah’ın meşru kıldıkları ve izin verdiklerini, diğeri ise “yaklaşmayın” diyerek uyardıkları ve yasakladıklarını ifade eder.
İslam dininin iki ana kaynağı vardır; Allah’ın kelâmı olan Kur’an ve o Kur’an’ı bize duyuran Hz. Peygamberin Sünneti. Din konusunda bu iki kaynağın yaptığı açıklamalardan, koyduğu emir ve kurallardan aynı zamanda dinin haram ve helalleri de ortaya çıkmış olur. Yani, İslam dininde haram, ancak Kur’an ve Sünnetin açık ve kesin bir üslupla bir şeyi yasaklaması ile bilinir ve belirlenir. İnsanların yorumla, bir şeyi zararlı veya kötü görerek haram sayma yetkisi yoktur. Devlet/kanun bir şeyi yasaklayabilir, ama haram kılamaz; çünkü haram kılma dinin işidir. Onu da dinin sahibi Allah belirler; dinin peygamberi Hz. Muhammed bu konuda açıklama yapar.
Hal böyle olunca, İslâm dininde haramların sayısı oldukça azdır ve bütün haramlar dinin açık yasaklamasına dayanmaktadır. İslam kültürü içinde tarihi süreçte gerek dinin ana metinlerini anlamaktan, gerekse bölgelerin örf ve kültürlerinin farklı olmasından kaynaklanan bir dizi farklı alt inanış, yorum ve eğilim ortaya çıkmıştır. Ancak bu farklılık aynı din içinde kültür ve bakış açılarına göre değişen farklı haramların olduğu anlamına gelmez. Belki dinin haramlarını anlamada ve haramın kapsam alanını belirlemede bir yorum farklılığından söz edebiliriz. Çünkü Kur’an ve Sünnetin koyduğu haramları insanlar yorumlarken ve kapsam alanını belirlerken, haliyle farklı görüşlere sahip olabilir. Bunun için de ayrıntıda farklı kurallar çıkar. Bu da topluma farklı farklı haram listeleri varmış gibi yansır.
Mesela Kur’an’da denizden avlanılan hayvanların helal olduğu bildirilmiştir. Bunu balık olarak anlayanlar deniz ürünlerinden sadece balığı helal sayarken (Hanefîler böyledir), bunu denizden çıkarılan her türlü av hayvanı şeklinde anlayanlar (mesela Şafiiler) karides, ıstakoz gibi deniz ürünlerini de bu kapsamda, yani helal görür. Fil, arslan, kaplan, karga, çekirge gibi kara hayvanları konusunda da yorum farklılığından kaynaklanan farklı görüşler vardır.
“Gıda alışkanlıkları ve beslenme kültürü farklı yorumlara yol açıyor”
Bunlar arasında en daraltıcı yorumu, Türklerin de içinde bulunduğu Hanefî mezhebi yapmıştır. Onun için de Hanefi muhitlerinin yemediği birçok deniz ve kara hayvanını, diğer mezhep mensupları yerler. Her bir mezhebin görüşü onun muhitinde zamanla kültüre dönüşmüş, o mezhep mensupları nezdinde dinin açık emrinin böyle olduğu yönünde bir kanaat yerleşmiştir.
Ancak mezheplerdeki yorum farklılığının bir sebebini de bölgelerin gıda alışkanlıkları ve beslenme kültürü teşkil etmektedir. Bunun için de dini gelenekte yukarıda belirtilen ve Kur’an’da sayılan temel dört haram madde dışındakilerde zengin bir tartışmaya rastlanır. Benzeri tartışmalara eti yenen hayvanların kesim usulü, içinde belli oranda alkol bulunan maddelerin dini hükmü, haram bir maddenin toprağa karışarak/çürüyerek başka bir maddeye dönüşmesi (istihale) gibi konularda da rastlanır.
İslam’ın gıdada haram kriterleri
Bugün dünyada yetersiz beslenmeye karşı iyi bir protein kaynağı olarak böcek yemek uluslararası kuruluşlar tarafından dahi öneriliyor. O zaman burada kriter, sadece dinen helal-haram olması mıdır? Bu biraz da toplumların yemek kültürü ile ilgili değil midir?
Önce İslâm dininin bu konudaki genel yaklaşımından söz edeyim. Kur’an’da, yeryüzünde ne varsa hepsinin insanın yararına yaratıldığı ve insanın emrine verildiği belirtilmiş (el-Bakara 2/29; el-Câsiye 45/13), diğer alanlarda olduğu gibi yiyecekler konusunda da ancak zorunlu ve istisnaî hallerde yasaklama getirildiği ifade edilmiştir. Bu, İslâm’ın rahmet ve kolaylık dini olmasının tabii sonucudur. Nitekim Kur’an’da, yiyecekler konusunda haramlıkla ilgili açıklamaların ortak noktası; iyi ve temiz (tayyibât) olanların yenmesi, kötü ve çirkin (habâis) şeylerin yenmemesidir. Ayrıca sağlığa zararlı maddelerin alınmaması, İslâm’ın genel ilkelerinin (meselâ bk. el-Bakara 2/195) gereklerindendir.
Bu konudaki somut yasaklar, bazı âyetlerde (el-Mâide 5/3) on madde halinde sayılmış ise de bunların bir kısmı aynı grubun örneklendirmesi mahiyetinde olup; yenmesi haram olan gıda maddelerinin Bakara sûresinin 173. âyetinde yer alan dört ana maddede toplanması mümkündür. Bunlar da; 1. kendiliğinden veya dinî usulde boğazlanmaksızın ölmüş hayvan (meyte), 2. akıtılmış kan, 3. Domuz, 4. Allah’tan başkası (putlar) adına kesilen hayvanlardır.
Hz. Peygamber de bu konuya açıklama getirmiş ve bazı belirleyici ölçüler koymuştur. Bu konuda dikkat edilmesi gerekli bir husus, Hz. Peygamber’in yiyecekler konusunda bütün uygulamalarının ve şahsî tercihlerinin, daima dinî bir emir veya yasak olarak değerlendirilmemesi gereğidir. Meselâ şu olay bu noktaya ışık tutmaktadır:
Abdullah b. Abbas ve Hâlid b. Velîd, Hz. Peygamber’le birlikte Hz. Meymûne’nin evinde yemeğe oturmuşlar ve önlerine -Necid taraflarından ev sahibesinin bir akrabasının getirdiği- kızarmış bir iri keler konmuştu. Resûl-i Ekrem yemeyince İbn Abbas, “Bunu yemek haram mıdır ey Allah’ın resulü?” diye sordu. Hz. Peygamber, “Hayır, fakat bizim taraflarda olmayan bir yemektir, hoşuma gitmediği için yemiyorum” buyurdu. Hâlid b. Velîd bu olayla ilgili olarak, “Sonra ben o yemeği önüme çektim ve yedim; Resûlullah da yediğimi görüyordu” demiştir (Buhârî, “ez-Zebâih ve’s-sayd”, 33).
Sadece bu değil, sonraki asırlarda İslâm bilginlerinin yiyecekler konusundaki farklı yorumlarında da onların beslenme kültür ve alışkanlıklarının hatırı sayılır payı vardır. Böyle olduğu içindir ki dinin açıkça haram kıldığı temel maddeler, mesele domuz etinin, kendiliğinden ölen hayvan etinin ve şarabın (sarhoşluğun) haram oluşu kültürden kültüre değişiklik göstermez. Ancak gıda kültürü değiştikçe buna yeni yasaklar ve çekinceler eklenebilmektedir. Mesela, Hz. Mûsâ zamanında İsrailoğullarına çölde ikram olarak sunulan çekirge, güneyimizdeki coğrafyada dinen yenebilir görülmüşken, bu kültüre sahip olmayan yerlerde karşı görüşler oluşmuştur. Demek ki, toplumların yemek kültürü ile dini hükmün yorumunda takınılan tavır arasında diyalektik bir ilişki vardır; yani karşılıklı etkileşim söz konusudur.
Tür olarak yenilmesi yasak olan tek hayvan
Buradan yola çıkarak, beslenme için dinimizin emirleri nedir? Domuz dışında yenilmesi yasaklanan hayvan, gıda, içecek var mıdır?
Hayvanın dini kesim (zebh-nahr) sonucu ölmüş olması önemlidir. Kendiliğinden ölmüş, yani dinî usule göre kesilmemiş kara hayvanları (meyte) dinen yenmez. Bu yasak, hayvanın cinsiyle değil, ölüm şekli ve kesiliş usulüyle ilgilidir. Yani eti yenen grupta yer alan bir hayvan mutlaka boğazından kesilip kanı akıtılarak, dış bir müdahale ile öldürülmüş olması gerekir. Bu yeterlidir. Kesilirken besmele çekilmesi Hanefilere göre o hayvanın etinin yenebilir olması için şart değildir; kesenin Müslüman veya ehl-i kitâp (Hristiyan-Yahudi) olması yeterlidir.
Kur’an’da tür olarak yenilmesi yasaklanan tek hayvan ise domuzdur. Kesilse de eti-yağı yenmez. İçeceklerden ise şarap (hamr) yasaktır. Ancak bu şarap yasağı genişletici ve doğru bir yorumla, sadece şarap değil, “sarhoşluk veren bütün içkiler” şeklinde yorumlanmış ve anlaşılmıştır. Alkollü maddelerin sarhoşluk amacıyla alınması dinen haramdır. Yani alkolün, sarhoşluk amacıyla içilmesi yasaktır. Temizlik maddesi olarak veya tıb ilminde tedavi amaçlı kullanımı ise bu kapsamda görülmez.
“Helal Gıda Sertifikasına ihtiyaç yok”
Son yıllarda Helal kavramının öne çıkmasıyla çeşitli gıdalar için sertifikalar düzenlendiği, konunun ticarileştirildiği görülüyor. Ekseriyetle Müslümanların yaşadığı bir ülkede, gıdalar için helal belgelendirmesi, diğerlerinin “helal olmadığı” algısına yol açmaz mı?
İslâm ülkesi veya İslâm toplumu diye anılan, yani Türkiye, Mısır, Pakistan, Suudi Arabistan gibi nüfusun baskın çoğunluğu Müslüman olan ülkelerde çarşıda pazarda, kasapta markette satılan gıdalarda asıl kural yenebilir oluştur; dinen onun haram kılacak bir durumun bulunduğuna dair ek bir bilgimiz bulunmadığı sürece. Yani İslâm ülkelerinde bu gıda maddelerinin “kim tarafından kesildi, nerede, kesildi, kesen besmele ile mi kesti, içine domuz eti-yağı karıştırıldı mı?” gibi bir tecessüse düşüp özel bir araştırma yapılması dinen gerekmez. Ancak bu yönde özel bir bilgimiz varsa, durum şüpheli ise kişiler kendi bireysel iç huzurları için ilave bir araştırma veya tercih yapabilirler. Bu sebeple İslam toplumlarında ilgili resmî kurumlara, belediyelere önemli görevler düşmektedir.
İslam ülkelerinde çarşıda, pazarda satılan gıda maddeleri için bir “helal gıda sertifikası” düzenlemeye ise kanaatimce ihtiyaç yoktur. Çünkü bu uygulamanın kısa sürede bir sektöre/çıkar ilişkisine dönüşmesi ve dini değerler üzerinden bir haksız rekabet yarışının başlaması çok zor değildir.
Müslümanların azınlıkta olduğu ülkeler için neler söylersiniz?
Müslümanların azınlıkta olduğu ve her türlü gıda maddesinin bulunduğu ülkelerde ise durum bunun tersinedir. Hem ön araştırma yapmak ve bilgiyle hareket etmek, hem de “helal gıda sertifikası” türünden düzenlemelere gitmek gerekebilir. Meselâ,-dinen Hıristiyan ve Yahudilerin kestiği hayvanlar (tabii ki domuz hariç) besmele çeksin veya çekmesin- Müslümanlar tarafından kural olarak yenebilir. Dinî hüküm budur. Bununla birlikte Avrupa’da yaşayan Müslümanların hayvanın kesilerek kanının akıtılmış olması, domuz etinin karışmaması gibi açılardan özenli davranması gerekir. Diğer gıda maddelerine de domuz et ve yağının, domuz jelatininin katılmamış olması gerekir. Bu yüzden oralarda “helal gıda sertifikası” anlamlıdır. Anılan belgeler böyle bir denetimi sağlıyorsa yararlı olur.
“Toptancı bir anlayışla helal sertifikası vermek olmaz”
Gıda üretimi, hammaddeden başlamak üzere bir zincir içinde gerçekleşiyor. Bu durumu göz önüne aldığımızda, bir gıdaya helal diyebilmek için, tüm safhalarda denetlenmesi, izlenmesi gerekmez mi?
Şayet bir gıda üretimi için “helal gıda sertifikası/belgesi” düzenlenecekse, ben şahsen, belli bir kurum ve işletmeye baştan ve toptan böyle bir sertifika/belge verilmesini yeterli bulmam. Bir gıdayı dinen haram kılacak özellikler bellidir. Böyle olunca gıdaların üretiminde her bir safhanın sürekli olarak hem de her bir işlem aşamasında denetlenmesi, yani her aşama işlemin sürekli olarak görevdeki bir denetim uzmanı tarafından izlenmesi/raporlandırması gerekir.
“Helal gıda tartışmaları tahribata yol açar”
Helal gıda konusunda örneğin tavukta sıcak yolum tartışması var. Burada kriter ne olmalıdır?
Tavukta sıcak yolum; öteden beri ülkemizde tartışılan, hatta üzerinde ileri-geri birçok spekülasyon yapılan bir konu. Tartışmalar dini bir delilden ziyade “hayvanın iç organları çıkarılmadan sıcak suya girmesi halinde iç organlarındaki maddelerin ve kokusunun etine karışıp karışmadığı” ekseninde yoğunlaşan ve çoğu tahmine dayanan bir takım yorum ve bakış açılarına dayanıyor.
Bir de toplumumuzda kim daha yasakçı görüş ileri sürüyorsa ona “dini bütün, dinden taviz vermeyen kişi” olarak bakıldığından, herkes adetâ sıcak yolum tavuğun haram olduğunu açıklama yarışına girmiş durumda. Bu tür konularda her bir farklı bakış açısının devreye girip, farklı ve çelişik dini görüşlerin (fetvâ) havada uçuşması kesinlikle yanlış. Hem bu yol ve kargaşa ortamı, ticarî rekabetin acımasızlığı içinde çok ciddî maddî zarara, uzun emeklerle kurulan ve ayakta duran işletmelerin bir kalemde itibarsızlaştırılmasına da yol açabilecek riskler taşır.
Kötü para ile iyi paranın rekabeti gibi, doğru ve yanlışın rekabetinde de kötü ve yanlış hep avantajlıdır. Çünkü onun kullandığı dil ve yöntemi diğeri kullanamaz. Sıcak yolum tavuk, helal kesim, şu veya bu katkı maddesi gibi helal gıda konularında dedikodu ve merdiven altı bilgiler egemen olduğu takdirde bunun tahribatı yüksek olur ve mağdur taraflara yargı yolunun açık olması fazla anlamlı değildir. Bu konuda Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulunun yerleşik görüş ve kararlarını esas almak gerekir. O yeterlidir. Bunun dışındaki kişi ve kuruluşların kafa karıştıran beyanlarına fırsat vermemek, itibar etmemek gerekir.
Gıda ve beslenmede duyarlılık istismarı
Sağlığı doğrudan ilgilendiren gıdaların belli standartlar ve hijyen koşullarında üretilmesi çok önemli. Sizce, insanlar beslenmelerinde nelere dikkat etmelidir?
Gıda maddeleri ve beslenme konusunda -sözlerimin başında da ifade ettiğim gibi- İslâm dini sadece din cihetinden sınırlı yasaklar getirmiştir. Ancak bunun dışında, beslenmede pozitif bilim, sağlık, koruyucu hekimlik, metabolizma ve beslenme alışkanlıkları, ağız tadı ve yemek kültürü, ülkenin gıda siyaseti gibi pek çok açıdan gözetilmesi gereken hususlar vardır. Dinin öngördüğü kurallara uymakla yetindiğimizde gerekli bütün ödevimizi yapmış olmayız. O işin sadece dini yönüdür. Gıda sektöründe açıklık, şeffaflık, hijyen, denetim vs. konusunda uluslararası standartlara yükselmek zorundayız. İlgili resmî kurumlarımızın ve mevzuatın bunu sağlamasına ihtiyaç var. Sivil örgütlenme ve bilgilenme de önemli. Çünkü konu sadece sağlık değil, ekonomi, ticaret, estetik, siyaset, uluslararası ilişkiler, medyatik şöhret lezzeti gibi birçok alanla ilişkili.
Gıda maddeleri ve beslenme konusunda bilimsel olmayan, dedikodu ve tahmine dayanan ya da arkasında başka ticârî stratejiler bulunabilen bir bilgi kirliliği ve duyarlılık istismarı ile karşı karşıya olduğumuz da bir gerçek. Böyle olduğu için de sözlerimin sonunda böylesi netameli bir alanda hizmet ve bilgi üreten, denetim ve düzenleme yapan bütün resmi ve sivil tarafların ağır sorumluluğunu hatırlatmak isterim.”
Ali Bardakoğlu kimdir?
1974 yılında İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’nü, 1975 yılında da İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitiren Ali Bardakoğlu, doktorasını 1982 yılında Atatürk Üniversitesi İslam Hukuku Anabilim dalında yaptıktan sonra, Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde İslam Hukuku yardımcı doçentliğine atandı. 1986 yılında doçent, 1994 yılında profesör olan Ali Bardakoğlu, 28 Mayıs 2003 tarihinde atandığı Diyanet İşleri Başkanlığı görevini 2010 yılına kadar sürdürdü.
Halen İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi İslam ve Din Bilimleri Programı Öğretim Üyesi olan Prof. Dr. Ali Bardakoğlu, üniversite bünyesindeki Kur’an-ı Kerim Araştırmaları Uygulama Ve Araştırma Merkezi Müdürlüğü görevini de yürütüyor.
Bardakoğlu’nun KURAMER Yayınlarından çıkan “İslâm Işığında Müslümanlığımızla Yüzleşme” kitabı, büyük ilgi gördü.
sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.