ABD Merkez Bankası (FED) Başkanı Janet Yellen geçtiğimiz hafta yaptığı faiz açıklaması sırasında pek de umulmadık bir noktaya temas etti. Yellen, imalat şirketlerinin teknolojik yenilikler nedeniyle istihdamlarını azaltmalarını beklediklerini söyledi. Bu sözleri gelecekte robot kullanımı istihdamı tehdit edebilir mi? sorusunu gündeme taşıdı. Destek Yatırım Araştırma Departmanı, “Teknolojik İlerleme: Melek Mi? Şeytan Mı?” analizinde bu sorunun cevabını ararken Türkiye’nin durumunu da masaya yatırdı.
14 Aralık gecesi tüm spotlar FED Başkanı Janet Yellen’ın üzerindeydi. Ne söyleyeceğine tüm dünya kilitlenmiş, ağzından çıkacak her kelime üzerine binlerce senaryo kuruluyordu. Yeni para politikaları, enflasyon, yeni başkan Donald J. Trump ile olası ilişkiler, görev süresinin durumu gibi… Ancak, Janet Yellen konuşmasını ilginç bir cümle ile sonlandırdı: İmalat şirketlerinin teknolojik değişiklikler nedeniyle istihdamı azaltmalarını bekliyoruz!
18. ve 19. yüzyıllarda yeni buluşların üretime katılımıyla Büyük Britanya’da başlayan Sanayi Devrimi sonrası teknolojik ilerlemeler yavaş yavaş iş ve günlük hayatlarımızı etkilemeye başladı. Kafamızı döndürdüğümüz her alan çok da aşina olmadığımız kelimeler ile doldu taştı: Ar-Ge, donanım, yazılım, nesnelerin interneti, giyilebilir teknolojik ürünler, ATM, robotlar inovasyon, start-up, girişimci… Günlük yaşantımıza büyük kolaylıklar sunan bu gelişmeler, iş yaşantısında ise bazı sıkıntılara sebebiyet verdi. Yellen’ın ifadeleri ardından yeniden gündeme gelen ve son yıllardaki düzen bozan teknolojik ilerlemeler ile iktisat literatürüne ortasına yerleşen tartışma konusu, teknolojik yatırımların firmalardaki insan istihdamı üzerindeki etkisi oldu. Veee akıllara can alıcı bir soru bıraktı: Teknolojik gelişmeler insanoğlunun yaşantısını hızlandıran ve rahatlatan sağ omuzdaki melek mi? Yoksa onların yerini alarak işsizliğe sürükleyen sol omuzdaki şeytan mı?
Biraz literatür taramasının ardından, istihdam sorunundan ne zaman bahsedilirse emek-yoğun sermaye-yoğun teknoloji tartışmasının da gündeme geldiğini görüyoruz. Bu tartışmanın temelinde, eski Kaliforniya Berkeley Üniversitesi Profesörü Janet Yellen (hatırlatalım ki eşi de bilgi asimetrisi üzerine 2001 yılında Nobel İktisat Ödülü alan ve halen aktif akademisyenlik yapan Prof. George Akerlof) tarafından da endişe duyulan sermaye-yoğun tekniklerin (teknoloji ağırlıklı teknik üretim) daha az istihdam yaratarak işsizlik sorununu ağırlaştıracağı düşüncesi yer alır. FED’in 2008 Küresel Ekonomik Kriz’in ardından enflasyonu ve istihdamı (bu yol ile de büyümeyi) temel hedefler olarak açıklamasını da düşünürsek konunun hassasiyetini daha da belirgin olarak anlayabiliriz. Ancak, teknoloji yoğun üretim tekniğinin işsizlik yaratması tek koşulda mümkün oluyor. Biraz teknik olsa da cevap; aynı ürünü, aynı kalitede, aynı ölçekte ve aynı yatırım oranlarıyla üretebilen emek-yoğun (insan gücü ağırlıklı teknik üretim) seçeneğin üretimin kullanılmaması durumda.
80’li ve 90’lı yıllarda genel kanı teknolojinin işsizliği tetikleyeceği yönünde olsa da, son yıllarda yapılan çalışmalar teknolojiye olan yatırımların ortadan kaldırdığı iş olanaklarına kıyasla daha fazla iş fırsatı yarattığını gösteriyor. Küresellikle beraber şirketler arası rekabet arttıkça üretim ölçekleri artıyor ve bu da sabit maliyeti yüksek olsa da teknolojik yatırımlara olan cazibeyi arttırıyor. Buradaki kritik nokta, üretimin ve istihdam olanaklarının yapısının değişmesi oluyor. Deloitte ekonomistlerinin İngiltere üzerine yaptığı çalışmaya göre, insan emeğinin yoğun olduğu tarım ve imalat sektörleri yerini internet teknolojileri, yazılım mühendisliği ve bilimsel araştırma gibi alanlara bırakıyor. Sonuç olarak da sağlık, bakım, eğlence, spor ve yönetim danışmanlığı gibi teknoloji yoğun alanlar zamanla ekonomi sahnesinin yeni starları oluyorlar. Örnek olarak, banka ve postane veznedarlarına olan ihtiyaç 1992 yılına göre %66 azalırken, yönetim danışmaları ile iş analistlerine olan talep %365 artıyor. Teknoloji inovasyon ile, Marx’ın tabiriyle kişileri tekdüze yaşama sürükleyen sıkıcı ve tekrarlı işler yerine yüksek eğitim gerektiren, rekabetçi ve bilgiye dayalı sektörler ön plana çıkıyor ve başta sorduğumuz sorunun cevabını bize veriyor. Uzun yıllara göre analiz edersek; toplam istihdam kötüye gitmiyor ancak kişileri daha kalifiye hale getirecek olan mesleki eğitimin önemi artıyor. Yani, o bir melek ama yönetebilirsek!
Türkiye’de AR-GE konusunda durum ne?
Yellen’ı ve iş ekonomisi çalışan iktisatçıları rahatsız eden bu konuyu biraz da ülkemizin durumu üzerinden sorgulamak gerekebilir. Teknolojiye olan yatırım denince temel gösterge Ar-Ge harcamaları oluyor. TUIK rakamlarına göre, Türkiye 2014 yılında 8 milyar Dolar Ar-Ge harcaması yaparken 2015 yılında bu rakam 7.6 milyar Dolar’a geriliyor. Kişi başına düşen Ar-Ge harcaması ise 103 Dolar’dan 97 Dolar’a düşüyor. Ar-Ge Harcamaları/GSYH oranı ise maalesef Dolar bazında gelirimizdeki zayıflama nedeniyle %1.01’den %1.06’ya çıkabiliyor. Küçük yatırımcımızı destekleyecek kuluçka merkezleri ve melek yatırımcı zihniyeti ülkemizde gelişmekte olsa da halen dünya standartlarının belirgin şekilde altındadır. OECD ve Dünya Bankası verilerine göre ise, ABD ve Çin 400 milyar Dolar’ın üzerindeki Ar-Ge harcamalarıyla birbirlerini kovalıyorlar. Biz ise alım gücü paritesine göre düzenlendiğinde dünya sıralamasında Ar-Ge harcamalarında 18., Ar-Ge Harcamaları/GSYH oranında ise 36. olabiliyoruz. Amerika, Çin, İsviçre, Güney Kore, Almanya gibi ülkeler ise bu başlıklarda kafaya oynuyorlar. Ülkelerin niteliğine bakarsak, başka bir yazının konusu olsa da, Türkiye’nin yıllardır neden “Orta Gelir Tuzağı”ndan kurtulamadığını rahatlıkça anlayabiliriz. Maalesef, imalat sanayinde yüksek teknolojili ürünlerin ihracatı da azalan bir trend içinde. Yüksek teknolojili ürünlerin ihracatı, toplam ihracatımızın sadece 2016 Kasım ayı itibariyle yalnızca%3.7’sini oluşturuyor. Bu rakam, 2015 Kasım ayında ise %4.1 olarak karşımıza çıkıyor.
Eğitime gereken önemi vermiyoruz
Tamam, bu alanda biraz karamsar olduk. Belki teknolojiye olan yatırımlarımız zayıf, ancak yönetimimiz nasıl? Eğitime gereken önemi verebiliyor muyuz? Bu alanda da sonuçlar maalesef bizler için pek iç açıcı değil. TUIK’in yayımladığı rapora göre eğitime olan harcamalarımız kuvvetli bir artış gösteremiyor. Hatta, Dolar bazında bakarsak 2013’ten bu yana düşüş trendinde. 10 gün önce açıklanan ve ülke öğrencilerinin öğrenim kalitesini ölçen 2015 yılı PISA raporunu önümüze koyarsak sonuç yine pek değişmiyor. Amerika ve Asya’nın büyüyen boğaları; bilim, okuma ve matematik alanlarında gözünü zirveye dikmişken, biz 2003 yılındaki sıralamamızın bile altına çekilerek ancak 70 ülke içerisinde 50. Sıralara yakın kendimize yer bulabiliyoruz.
Robotların yerimizi almalarında korkmamız yersiz olsa da ilerlemeleri tamamen başıboş bırakamayız. Değişen ekonomik yapı, küresel bazda yakından izlenmeli ve negatif akıntılara hemen setler kurulmalıdır. Ve buradaki en büyük set de eğitim olacaktır! Eğitim üzerine etkili hükümet politikaları oluşturmayı, teknolojiyi insanoğlunun tam ikamesi olarak görmemeyi ve eğitimsiz vatandaşları iş arayışından koparmamayı meleğimizi uçuracak kanatlar olarak görmemiz gerekir.
sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.