Tarihsel açıdan baktığımızda kentleşme ve sanayileşme süreçlerinin, aynı dönemlerde karşılıklı etkileşim içinde gelişerek dünya sahnesinde yerlerini aldıklarına tanık oluyoruz. Bu tanıklık eşliğinde, insanların bir arada daha iyi bir yaşam kalitesine ulaşmak için kentleşme ve sanayileşmeye yöneldiğini de görüyoruz.
Bir taraftan bu yönelim bugün de varlığını sürdürürken, öte yandan günümüzün hızlı küreselleşme sürecinde bazı büyük kentler, ülkeleri de geride bırakarak, dünyada önemli bir aktör ve ilgi odağı haline geliyor.
Bu kentleşme döngüsü bir yönüyle iyi fakat bir başka açıdan kendi içinde çok önemli bir çelişkiyi de barındırıyor. Şöyle ki; bazı gelişmekte olan ülkelerde dışa açık ekonomi stratejisine paralel olarak büyük kentler, daha çok alışveriş merkezleri, beş yıldızlı oteller ve iş merkezleri gibi yatırımları kendilerine çekerken, üretim odaklı bir ekonomi anlayışı giderek geri plana düşüyor.
Bu çerçeveden baktığımızda; sanayi üretiminin merkezini oluşturan İstanbul, ülke ekonomisinin adeta şahdamarı durumundadır. Öyle ki, Türkiye’nin tüm illeri ortalama yüzde 34 oranında İstanbul’dan gelecek mal ve hizmetlere bağımlı.
İstanbul; Avrupa, Rusya, Türk Cumhuriyetleri, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’yı içine alan bir daire içerisinde, üretim ve ticaret bağlamında, ülkemizin en temel giriş ve çıkış kapısına da sahiptir. Türkiye’nin dünyaya en entegre şehri olan İstanbul, 4 saatlik bir uçuşla 1,5 milyar insanın oluşturduğu pazarlara ulaşma imkanını da sağlamaktadır.
İşte böylesine önemli özelliklere sahip, 15 milyonluk nüfusu ve devasa ekosistemiyle Avrupa’nın 23 ülkesinden daha büyük olan İstanbul’a, her alanda takdire şayan büyük yatırımların yapılması hepimize büyük memnuniyet vermektedir. Yapılan bu yatırımlar İstanbul’u dönüştürürken özellikle ulaşıma yönelik yatırımlar, İstanbul’un bölgesel bir lojistik olma hedefine de katkı yapmaktadır.
İstanbul’da son yıllarda hepimizin tanık olduğu bu büyük dönüşüm yaşanırken, bu gözbebeği şehrimizdeki sanayinin yeniden yapılandırılması da gündemimizde yerini korumaktadır.
2009 yılında kabul edilen Çevre Düzeni Planı aslında bir vizyonu ortaya koymaktadır. Bu vizyonla, İstanbul’un finans, lojistik ve moda merkezi olması hedeflenirken İstanbul Sanayi Odası’nın temel beklentisi: İstanbul’un menfaatleri ile sanayimizin menfaatlerinin birlikte değerlendirilmesi gerçeğidir.
Biz, sanayinin şehre ait ve şehirle bütünleşmiş bir faaliyet olduğunu düşünüyoruz. Sanayi ile şehir arasında adeta karşılıklı bağımlılık üzerine kurulu bir ilişki bulunmaktadır. Bu noktada, ister şehir, ister ülke ölçeğinde olsun, istikrarlı bir ekonomi ve sağlıklı bir toplumsal yapının yolunun üretimden geçtiğini özellikle vurgulamak isterim.
Öte yandan, hizmetler ve ticaret sektöründeki büyümenin tetikleyicisi de yine sanayi sektörüdür. Dolayısıyla, İstanbul ölçeğindeki bir ekonomide sanayiye hak ettiği önem ve yerin verilmemesinin, şehrimiz ve ülkemizin geleceği adına olumlu sonuçlar doğurmayacağından hiç kimsenin kuşkusu olmasın.
Bunları ifade ederken, daha önce de birçok platformda vurguladığımız gibi İstanbul’da sanayi hiç değişmeden hep aynı yapıda kalsın gibi bir anlayışa da asla sahip değiliz. Zaten buna çağın gerçekleri ve dinamikleri de izin vermez.
Küreselleşme süreci ve bilgi toplumuna bağlı olarak, artık ucuz işgücü ve doğal kaynaklara dayalı rekabet anlayışının yerine; üretim teknolojilerini geliştirme, katma değeri yüksek ürünlerin üretimi ve çevreyle dost, temiz bir üretim anlayışı önem kazanmaktadır.
Bunu vurgularken şu hususa özellikle dikkatinizi çekmek istiyorum: Temiz üretim sadece bir teknoloji uygulaması olmayıp, aynı zamanda sanayicinin çevreye bakışı ve çevreyle ilişkileri için yeni yaklaşımları ve davranışları da içermektedir. Her aşamada çevreyi koruyarak üretimi gerçekleştirmek son derece önemli. Buna önem verilmediği takdirde, bazı sektörlerde kısa vadede üretim artışları sağlansa bile uzun vadede çevre bozulması nedeniyle, başka sektörlerde üretim ve verimlilik azalması meydana gelebilir.
İşte bu noktada, Mayıs ayında gerçekleştirdiğimiz 12’nci Sanayi Kongremizin de ana teması olan “Bütünsel Kalkınma” yaklaşımını büyük bir içtenlikle desteklediğimizi burada bir kere daha vurguluyorum. Bu desteği ifade ederken şu önemli hususa dikkat çekmek istiyorum: Nitelikli işgücü oranının yüksek olması, altyapı olanakları, lojistik imkânları, coğrafi konumuna bağlı olarak erişilebilirlik özellikleri, sosyal donatıları, ekonomik güç yapısı, pazar olanakları; Türkiye içinde sanayi yatırımları açısından İstanbul’u hala önemli ve çekici kılmaktadır. Vizyoner bir inovasyon ve Ar-Ge altyapısına sahip üniversitelerin şehrimizdeki varlığı da bu gerçeği perçinlemektedir. Biliyoruz ki, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile Kalkınma Bakanlığımız işbirliğinde 2012 sonu itibariyle “Mekânsal Strateji Planlama Çalışmaları” başlatılmıştır.
Bu planlar kapsamında; Türkiye’de ulusal kalkınma, dengeli ve sürdürülebilir büyüme, kültürel ve çevresel değerlerin korunması, afet riskleri gibi ülke ve bölge bütününde mekânsal gelişme senaryoları oluşturulacaktır. Ülke ölçeğinde bu tür bir planlamanın öncelikle tamamlanmasının gerektiğine inanıyoruz. Bu planlama tamamlanmadan, bir başka ifadeyle altyapı tamamlanmaksızın sanayinin taşınmasını gerçekleştirmek, aynı sanayi tesislerinin farklı bölgelerde benzer sorunlara yol açması anlamına gelmeyecek midir?
İstanbul Sanayi Odası, işte bu nedenle İstanbul sanayisinin geleceğinin bir devlet politikası çerçevesinde ele alınması gerektiğini düşünmektedir.
İstanbul’da sanayinin yeniden yapılandırılmasına yönelik çalışmalara katkı sağlamak amacıyla sanayinin yerleşimi ve yeni organize sanayi bölgeleri kurulması, İstanbul Sanayi Odası’nın en başta gelen önceliğidir. Bunun için ilk adım olarak, Organize Sanayi Bölgeleri Geliştirme İhtisas Kurulu’nu oluşturduk.
Dünden bugüne İstanbul Sanayisine bakıldığında yerleşik olmayan, tabiri caizse göçebe olmak zorunda bırakılan bir sanayinin var olduğunu görmekteyiz. Oysa sanayinin yerleşik bir düzende olması, geleceğini daha iyi planlaması açısından önemlidir. İşte bu nedenle sanayiye yerleşiklik kazandırmanın yolunun öncelikli olarak OSB’lerden geçtiğini düşünmekteyiz.
Biri Avrupa diğeri Asya’da olmak üzere İstanbul’daki sanayimizin dönüşümüne imkân sağlayacak iki OSB kurulması konusunda başta yer gösterme olmak üzere bizlere destek vermenizi istiyoruz. Mevcut OSB’lerimizin dünya örneklerinde olduğu gibi eko endüstriyel parklara dönüşmesi de çevresel ve ekonomik açıdan büyük katkı sağlayacaktır. Tesislerde atık ve enerji alışverişine olanak sağlayan bu tür sistemlerin hayata geçirilebilmesi için finansal ve yönetimsel destek önem taşımaktadır. Bu konuda da Bakanlığımızın sanayimize gereken desteği vereceğine inanıyoruz.
Bir başka sorunumuza daha değinmek istiyorum: Ülkemizin diğer şehirlerinde olduğu gibi İstanbul’da da sanayicilerimizin yaşadığı en büyük sorunların başında ruhsat sorunu gelmektedir. İlçe Belediyeleri ile Büyükşehir Belediyesi arasındaki uyuşmazlıklar da zaman zaman sorunların yaşanmasına neden olmaktadır. Sürekli değişen imar kararları, mevcut sanayi yerleşimini göz ardı eden ve dikkate almaksızın hazırlanan planlar, ruhsat aşamalarında bizleri yerel yönetimlerle karşı karşıya getirmektedir. Planlar hazırlanırken hâlihazırda sanayinin yoğunlaştığı alanlar göz önüne alınmalı, bu alanlara sanayi fonksiyonu verilmeli, sanayimizin ve sanayicimizin yaşam alanları daha fazla daraltılmamalıdır. Bu konuda, zat-ı alinizin İstanbul’daki belediyecilik tecrübe ve birikimlerinizin de İstanbul Sanayisinin geleceğini şekillendirmek konusunda önemli bir fırsat olduğunu düşünüyoruz.
İstanbul’un sanayi üretimi açısından cazibe merkezi olmasına yönelik avantajlarının yanında; taşıdığı deprem riski Demoklesin kılıcı gibi üstümüzde durmaktadır. Deprem, İstanbul’daki risklerin maalesef en başında gelmeye devam ediyor. Depremlere müdahaleden önce muhtemel deprem durumunda zararı azaltmak esas amaç olmalıdır. Kentsel dönüşüm projesinin başlamış olması bu alandaki riskin azaltılmasına yönelik çok önemli bir adımdır. Öte yandan, zorunlu deprem sigortası konusunda İstanbul halkının daha fazla bilinçlendirilmesine ihtiyaç duyulmaktadır.
Doğrudan Çevre ve Şehircilik Bakanlığımızı ilgilendirmemekle birlikte, sanayicimiz için çok önemli gördüğüm su sorununa da bu toplantımız vesilesiyle değinmek istiyorum. Su politikaları; kaçınılmaz olarak dünya gündeminin öncelikli konusu. Bu noktada ülkemiz gerçeğine bakacak olursak, su zengini bir ülke değiliz. Bir başka ifadeyle, kişi başına düşen yıllık su miktarına göre su azlığı çeken bir ülkeyiz.
Bu nedenle su kaynaklarımızı iyi bir planlamayla en uygun şekilde kullanmak, sadece kendimiz için değil, gelecek nesillere karşı da en önemli görevimizdir. Bu gerçekten hareketle Odamız, İstanbul sanayisinin sudaki ayak izini küçültmek amacıyla önemli bir çalışma başlattı. Kalkış noktamız, “sanayici olarak bizler neler yapabiliriz” oldu. Boşa harcanan her damla suyun bir gün bize lazım olacağı bilinciyle yapılan çalışmaların sonucunu önümüzdeki günlerde kamuoyuyla paylaşacağız.
Birazdan dinleyeceğiniz sektörel görüş ve öneriler için 46 meslek komitemizi 10 alt gruba ayırarak ilgili sektör derneklerinin de katılımıyla toplantılar gerçekleştirdik. Hemen hemen bütün sektörlerimizin ortak sorunlarından biri olan İstanbul’da sanayinin yerleşimi konusunda görüşlerimi dile getirdim.
Bir diğer ortak konuysa ambalaj atıklarımızın belediyelere bedelsiz verilmesine yönelik Danıştay kararının yarattığı çevresel ve ekonomik etki üzerineydi. Sanayiden kaynaklanan ambalaj atıklarının belediyelere bedelsiz verilmesi konusu; 2007 tarihli yönetmelikte mevcuttu ve biz sanayiciler her platformda bunun yanlış olduğunu dile getirdik ve 2008 yılında Danıştay tarafından “ambalaj atıklarının bedelsiz verilmesi” hükmünün yürütmesi durduruldu. Karar sonrası 2011 yılındaki yönetmelik revizyonu ile sorun çözülmüş ve bugüne kadar gelinmişti. Maalesef söz konusu işleyiş bu sefer “ambalaj atıklarının bedeli karşılığında verilmesi” aleyhine yönelik açılan dava sonrası Kasım 2013 tarihli Danıştay kararı ile tekrar sekteye uğramıştır. Bu karara istinaden sanayicilerin; ambalaj atıklarını belediyelerin toplama sistemlerine bedelsiz olarak vermesi gerekmektedir.
Ekonomik bir değeri bulunan ve mülkiyet hakkı kapsamına giren bu atıkların “bedelsiz olarak verilmesi” Anayasa ile korunan mülkiyet hakkını ihlal etmektedir. Sanayi işletmeleri ambalaj atıklarını bedelsiz vermek zorunda kalarak ciddi bir gelir kaybına uğramaktadır. Ambalaj atıkları yönetiminde başarı, hali hazırda oturmuş sanayi tarafındaki süreci değiştirmekten çok, konutlardan kaynaklanan atıkların kaynağında ayrı toplanmasına yönelik plan ve programların geliştirilmesiyle sağlanabilir.
Atıkların kaynakta ayrı toplanması konusunda kurulacak sistemler için belediyelere finansman kaynağı olarak sürekli gündeme gelen ve kısır döngüye giren bu sorunu ileriye yönelik kalıcı bir çözüme kavuşturmak açısından, Çevre Kanunu ve ilgili mevzuatta değişiklikler yapılmalı ve ambalaj atıklarının serbest piyasaya koşulları ve rekabet ilkeleri çerçevesinde değerlendirilebilmesine olanak sağlanmalıdır.
İSO olarak AB vizyonuna en çok inanan STK’lardan biriyiz. AB için Türkiye büyük emek verdi. Cumhuriyet tarihimizde bizim devlet ve millet olarak bu kadar emek verdiğimiz başka bir proje yok. Bu emeğimizin karşılığını mutlaka alacağımızı düşünüyoruz. AB üyelik sürecinde en önemli hususlardan biri müktesebat uyumu. AB Çevre mevzuatı ise değişen yapısı ve yatırım ihtiyacı sebebiyle işletmelerimizi doğrudan etkileyen bir yapıya sahip. AB çevre normlarının sanayileşme sürecini tamamlamış, ekonomik olarak kalkınmış AB ülkeleri için olduğu düşünüldüğünde, çevre mevzuatımızın bu derece katı kurallarla sanayimizin rekabet gücünü etkilemesi doğrusu kabul edilemez.
Sayın Başbakanımız başta olmak üzere hükümetimiz tarafından da yeniden sanayileşme hedefinin net olarak ortaya konulduğu bir dönemde, bürokrasi kaynaklı çevresel engellerin, sanayimizin gelişmesini ve rekabet gücünü zayıflatmasını doğru bulmuyoruz.
Somut bir örnek olarak her fırsatta dile getirdiğimiz bir hususu aktarmak istiyorum. Biz sanayiciler çevresel etki değerlendirme sürecinin yatırım aşamasında, henüz tesis kurulmadan öncesine ait olduğunu düşünüyoruz. ÇED sürecini tamamlamış, tesisini kurmuş, çevre mevzuatı gerekliliklerini yerine getirmiş bir sanayici sırf kapasite artış sebebiyle ÇED’e maruz kalmamalıdır.
Çevre, kayıtdışı ekonomi çerçevesinde de sanayimiz açısından ciddi bir rekabet sorunu olarak önümüzde durmaktadır. Kayıtlı sanayici, çevre noktasında her türlü sorumluluğu yerine getirirken, dürüst ve kurallara uygun üretim yaparken, çevreye gereken önemi göstermeyenlerin, hiçbir kural tanımadan üretim yapanların elde ettiği haksız rekabet gücü göz ardı edilmemelidir. Bu nedenle kayıtlı ve çevre noktasında her türlü sorumluluğunu yerine getiren sanayicinin, çevre yatırımlarının da teşviklerle desteklenmesi gerekmektedir. Çevreye inovatif katkı sağlayan sanayicilerin özellikle teşvik edilmesi gerektiğine inandığımızı da burada sizinle paylaşmak istiyorum.
Tek bir dünyamız ve tek bir çevremiz var. Bu yaşamsal değerlerimiz, bugün ne yazık ki iklim değişikliği tehdidi karşısında zor bir eşikte. Ya başaracak ve en iyisini yapacağız, ya da başarısızlığımız en kötüsünü yaşatacak bize. Artık değişimin kaçınılmaz olduğu bir dönemdeyiz. Ülkemiz de bu değişim rüzgârını yakalamak zorundadır. Bu küresel tehdit karşısında en son 23 Eylül’de Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği zirvesinde Sayın Cumhurbaşkanımız ve zat-ı aliniz dünyaya çok önemli mesajlar verdiniz.
2020 sonrası için yapılacak anlaşmanın şeffaf, kapsayıcı, adil ve eşitlikçi olması gerektiği ülkemiz açısından büyük önem arz etmektedir. 2015 sonunda Paris’te imzalanması beklenen anlaşma öncesinde Ülkemiz tarafından yürütülecek müzakereler için sanayiciler olarak bizler üzerimize düşeni yapmaya hazırız. Ancak alınacak kararlar biz sanayiciler için adil olmalı ve ülke ekonomimizi olumsuz etkilememelidir.
İklim değişikliği ile mücadelemizde şehirleşme ve enerji politikalarımız kilit rol oynayacak.
Başta İstanbulumuz olmak üzere ülkemizin son yıllarda kentsel dönüşüm eşliğinde bir şehirleşme devrimi yaşadığını söylemek yanlış olmayacaktır. Bu dönem bizler için önemli bir fırsat. Yerli kaynaklarımızın kullanımı ile bir yandan ekonomik anlamda kalkınma sağlarken bir yandan da ekolojik ve -hükümet programımızda da belirtildiği üzere- yatay şehirler yaratabiliriz.
Biliyoruz ki küresel iklim değişikliğinin esas sorumlusu fosil yakıtlar. Enerji verimliliği ve yenilenebilir enerji ise enerji konusunda yaşayacağımız dönüşümün anahtarları adeta. Zira iş dünyasının küresel ısınma ile savaşında en uygulanabilir araç enerji verimliliğidir. Verimliliğe bir bedel değil kazanç olarak bakıyoruz.
İstanbul Sanayi Odası (İSO) Yönetim Kurulu Başkanı Erdal Bahçıvan’ın 1 Ekim 2014 tarihinde, Çevre ve Şehircilik Bakanı İdris Güllüce’nin katıldığı Meslek Komiteleri Ortak Toplantısı’nda yaptığı konuşmadan özetlenmiştir.
sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.