“Arkadaş, ‘Hayır çalışmam çünkü çok zor’ dedi. Ve ben o an anladım ki mevsimlik Kürt tarım işçilerine verdikleri parayı çok bularak Kürtleri küçümsüyorlar. Bunun üzerine durumu araştırmaya başladım”.
Bu sözler, Ordu Üniversitesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri 3. sınıf öğrencisi Oya Ocak’a ait. Ocak, bu olayın ardından, önce, tarım işçisi çocuklara ilişkin bir sosyal sorumluluk projesi, ardından da, Bir Mevsimlik Sömürü adında 16 dakika süren kısa belgesel hazırladı. Ocak’la, sosyal sorumluluk projesinin başına neler geldiğinden tutun da Şanlıurfa’nın Suruç ilçesinde çekilen belgeseline, mevsimlik işçilerin sorunlarından ve çözüm önerilerine kadar çok geniş bir yelpazede söyleştik.
Önce, sosyal sorumluluk projenden söz edelim…
Projemin adı, Minik Fındıklar Eğitimde. Yarışmanın afişini okulun panosunda gördüm, fındık tarımında çocuk işçiliğine yönelik bir projeydi. Hemen bir şeyler üretme çabasına girdim. “Bir çocuk bile kurtarabilirsem bir hayat değişir bu da benim için büyük bir mutluluk olur”, mantığıyla yola çıktım. Bunu başarabilmek için tarımdaki emek sömürüsüne-işleyişine ve işçilerin problemlerine tamamen hakim olmam gerekiyordu.
Giresun’da ve Amed’de Kürt tarım işçisi ailelerle görüştüm. Özellikle çocuklarla diyaloğa geçtim. Sonuç olarak, yaşları 8-14 arasında 15 çocukla görüştüm. Görüşmelerim sırasında ”Mesela bir dünya düşün ne yapılırsa sen çalışmaya gitmezsin” diye sorduğumda 9 yaşındaki Rahime ”Babama ve ağabeyime iş verirlerse gitmem ki” dedi. Ben de bana anlatılanlardan yola çıkarak projemi hazırladım.
Projenin içeriğini anlatır mısın? Neler yapılacak?
Proje beş aşamadan oluşuyor. Birinci kısımda, çocuklar drama eğitimi görecekler ve seçilen bir oyunu oynayacaklar. İkinci kısım Minik Fındıklar Mutfakta adında. Fındık ürünleri ve türevleriyle yiyecekler hazırlayacaklar ki amaç onların beslenmesini sağlamak. Üçüncü kısım, Minik Fındıklar dergisinden oluşuyor. Dördüncü kısımda, Minik Fındıklar Fonu yer alıyor. Dergiden elde edilen gelirle Minik Fındıklar Fonu’na aktarım yapılarak projenin sürekliliği sağlanacak. Beşinci kısmın ismi, Minik Fındıkların Renkli Dünyası. Kendi hayal güçlerini geliştirmek amacıyla resimler çizecekler. Bunların hepsi proje bitiminde sergilenecek daha sonra tiyatro oyunu oynanacak. Yer olarak Giresun Üniversitesi’ni seçtik. Araçlarla götürülecek ve kahvaltı ve öğlen yemeği verilecek
Peki, proje hayata geçti mi?
Geçmedi.
Neden?
Arkadaşımla beraber Giresun Ziraat Odası başkanı Özer Akbaşlı’ya (kendisi bu sene istifa etti) projeyi anlatınca çok beğendi. “Tamam. Bunu uygularız, ama koordinatör olarak beni yaz ve sadece bahçe sahiplerinin çocuklarına uygularız” dedi. Ben ve arkadaşım Yaşar Kemal itiraz ettik: “Hayır, tarlada çalışmaya gelen göçmen işçilerin, Kürt işçilerin çocukları olacak” dedik. Proje yarışmasının sonuçları açıklandıktan sonra (projede birinci yok ikinci var ve ben üçüncü oldum ) projemi uygulayacaklarını söylediler. Ziraat Odası başkanıyla beraber Noor Fındığa gittik. Firma yöneticisi Melih Başkan “Minik Fındıklar Eğitim’de* derginizin 1000 tanesini ben alıyorum, hayırlı olsun” dedi. Yaşar Kemal ile beraber Giresun Üniversitesi’ne gittik. Alan araştırması yaptık ve en uygun yerin Güzel Sanatlar Fakültesi’nin binası olduğunu gördük. Daha sonra Ziraat Odası başkanıyla görüştük her şey iyiydi. Fakat ben Amed’e döndükten sonra aramadılar beni. İnternette araştırma yaparken Ziraat Odası Başkanının Giresun Üniversitesiyle görüştüğünü projemi anlattığını fakat benden hiç bahsetmediğini gördüm. Ziraat Odası başkanını aradığımda lafı geçiştirdi ve benim o yaz dönemim evde projemin uygulanmasını beklemekle geçti.
Hayal kırıklığına uğradın mı?
Evet uğradım, çok üzüldüm. Çünkü hedefim oraya giden çocukları tarladan uzaklaştırmak, eğitimleriyle bir birey olduklarının, değerli olduklarının farkına varmalarını sağlamaktı. Çünkü ben o projeyi yaparken çoğu insan “Sorunu çözemezsin boşuna uğraşma” demişti ve ben sorunu çözdüm ama çözümüm uygulamaya geçmedi. Geçmeyince de gerçekten sorun çözülmedi. “Bir çocuğu bile kurtarabilirsem bir hayatı kurtarmış olurum” dedim fakat Ziraat Odası başkanı ve Noor Fındığın sayesinde hiçbir çocuğa ulaşamadım. Halen aklıma geldikçe ve ben o çocukları gördükçe kalbime bir kıymık batar. Bu yüzden projelerin ikiyüzlü olduğunu sadece kendi reklamlarını ve kişisel bütçelerini kalkındırma amaçlı olduğunu düşünüyorum.
“İki gün işçi kılığında tarlaya çalışmaya gittim”
Projen hayata geçmeyince, sanırım belgeselle sorunları duyurayım dedin?
Belgeselimin adı, Bir Mevsimlik Sömürü. Belgesel tamamen spontane gelişti. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi’nde de katılacağım kongrede verilerimin sağlam olması için alan araştırması yapmayı planladım. Bölgeden tarıma giden/gidecek olan kişilerle görüşme yapmak için birkaç köye gittim. Araştırmalarım sonucunda tarım döneminde en çok göç veren (yakın köylere ve Türkiye’nin hemen her bölgesine) giden işçilerin bulunduğu ayrıca şu sıralar Suriyeli sığınmacıların da olduğu yer Urfa’da Suruç’un Aligör Mahallesi olduğu için orayı tercih ettim. İki gün normal işçi kılığında tarlaya çalışmaya gittim, Tarla dönüşü akşam arkadaşlarımla durumu konuşurken “Bence sen belgesel çekmelisin” önerisi üzerine üç günde belgeseli çektik. Teknik ekip olarak sadece kameraman vardı. Sabahın 5’inde yola düştük işçilerle beraber tarlaya gittik, birçok tarla gezdik (Şanssızlığımız fıstık döneminin son günleri olduğu için işçi sayısının az olmasıydı) Bahçe sahipleriyle, elçilerle (bahçe sahipleri ve işçiler arasında iletişim kuran kişi) ve elçi yakınlarıyla görüştük.
Belgeselin içeriğine değinirsek…
Belgesel aslında mevsimlik tarım işçiliğindeki çocuk işçiliği, işçilerin durumu anlatılıyor. En baştaki tarla sahibinin “vicdan” kelimesinden sonra işçinin 20 lira alıyoruz demesi, 5 yaşındaki çocuğun 3 yaşındaki kardeşine güneşin altında bakmak zorunda kalması, tarlada hamile kadının olması, işçileri taşıyan traktörü kullanan kişinin bile 13 yaşında olması… Ve en önemli nokta mevsimlik tarım işçiliğinde pek bilinmeyen kısım yani sömürü çarkının en büyük dişlisi olan elçinin, işçileri nasıl kandırıp sömürdüğünü ve bu durum karşısında işçilerin neler hissettiğini tüm gerçekliğiyle anlatılıyor.
İşçilerle görüşmelerimiz hem tarlada hem evde gerçekleşti. Çünkü bazı işçiler tarlada konuşmadılar. İşçilerin çoğu çekime katılmak istemedi. Suriyeliler fotoğraf çekimine bile izin vermedi. Bazıları ise gazeteci olduğumuzu sanıp konuşmak istedi. Tesadüfen gittiğimiz bir evde kadın işçi bulaşık yıkıyordu. Düşünün sabah 5’ten akşam 7’ye tarlada 45 derece sıcaklıkta çalışıyor eve gelince ise evde çalışıyor. Çekimlere 13 Ağustos’ta başladık ve 20 Ağustos’ta son verdik.
Belgesele yönelik ne gibi tepkiler aldın?
Belgeseli öncelikle işçilere izlettim çok beğendiler. Kendi hallerine ağladılar. Daha sonra yakın arkadaşlarıma gönderdim. Onlar da kendi facebook sayfalarında yayınlamışlar. 10 gün içerisinde 300 defa tıklanmış, tepkiler gayet iyi ve izleyenlerin çoğu mevsimlik tarım işçilerinin yaşadığı durumun ciddiyetini bu belgeselle anlamış. İzlerken ağlayanların sayısı da hayli çok. Belgeseli TV kanallarına vermemi istiyorlar ama onu nasıl yapacağımı ben de bilmiyorum açıkçası. Ayrıca devamını da bekliyorlar ve çoğu belgeselin süresinin kısa olduğunu söylüyor.
“Baskı altında çalışan işçiler travma yaşıyor”
Tarım işçilerini yakından takip eden biri olarak ne gibi sorunlar gördün?
Aslında mevcut durumu sadece fındık işçileri olarak ele almak çok yanlış. Çünkü o insanlar Urfa’da fıstığa, Malatya’da kaysıya, Ordu’da fındığa, fındıktan sonra Adana’da pamuğa ve başka ürünlere gidiyorlar. Öncelikle durumu netleştirmek için alt başlıklar oluşturmak istiyorum. Durumu Giresun ve Ordu’da inceledim ve çıkış noktaları olan Diyarbakır ve Urfa’da inceledim.
İkisi kadın üçü erkek olmak üzere toplamda beş elçi ile görüştüm. Elçilerden sadece biri işçilerin ücretini tam veriyordu. Bunu işçilerle de görüşerek ispatladım. O da seneye işçileri garantilemek için böyle bir uygulama yaptığından bahsediyordu. Çünkü 40 gün içerisinde 416 kişiyi çalışmaya götürmüş. Elçilik sisteminde elçi, işçilerin evine giderek onlara gidecekleri yeri ve alacakları ücreti abartarak anlatıp işi bağlıyor. Elçi aynı zamanda bahçe sahibi ile işçi arasında iletişim mekanizması görevini görür. İşçileri anlaşma yaptığı bahçe/tarlaya götürür, işçileri bıraktıktan sonra geri döner ve farklı grupları götürmeye başlar. İşçiler bahçeden şehre inemedikleri için elçi onların ihtiyaçlarını alır ve iki misli fiyatla toplam alacakları ücretten düşer. İşçiler yabancı oldukları için yol bilmiyorlar ve Karadeniz’de şehre inmek için araç gerekiyor. Bu da ek ücret demek. Elçi gidiş ücretini bahçe sahibinden, dönüş ücretini işçiden alır. Bunun dışında her işçinin yevmiyesi üzerinden yüzde10 ücret alır; ama yüzde 10 alan çok nadir geneli daha fazla alıyor. Bir de ek yevmiye alan elçiler var yani yüzde 10 artı günlük yevmiye. Elçiler, bazı mevsimlik Kürt işçilere kış döneminde avans vererek tarım dönemi için onları kendine bağımlı duruma getiriyor. Amaç işçinin ondan başkasını seçebilme imkanı ya da ona hayır diyebilme durumu ortadan kaldırmak.
Başbakanlık Mevzuatı’nın 10. Maddesinde “mahalli kolluk kuvvetlerince bunların konakladıkları bölgelere gece ve gündüz mutat zamanlarda güvenlik amaçlı devriye faaliyetleri yapılacaktır” deniyor. Bu insanlar yaşadıkları bölge itibariyle zaten kolluk kuvvetlerinden korkan, mülksüzleştirilen insanlar, bir de üçlü tehdit mekanizması altında çalışmaya başlayınca psikolojik travma yaşıyor ve üstelik bunu uzun süre atlatamıyorlar.
“Karadenizliler Kürt işçileri böcekleştiriyor”
Ücretlerde bir tabakalaşma var mı sence?
Tabii ki. Türk işçi 40 lira, Gürcü işçi 32 lira alırken, Kürt işçi 27,5 lira alıyor. Aynı zamanda mekan ırkçılığı ve mekansal olarak da tabakalaştırma var. Mesela Gürcü işçiler genelde evlerde kalırken, Kürt işçiler çadırlarda ve çamur içinde yaşıyor. Giresun ve Ordu’da görüşme yaptığım yerel halkın geneli Gürcüleri sevmezken, Gürcülerin daha iyi yerlerde yaşaması Kürtlerin kötü muameleye maruz kalması işin ırkçılık boyutunu gözler önüne seriyor. Kürt işçiler sürekli hakarete maruz kalıyor. Kürtçe konuşamıyorlar. Görüşme yaptığım bir genç kız (şuan gazetecilik okuyor, 2. sınıfa geçmiş) sohbet sırasında ”Üniversiteyi kazandığımda bahçede fındık topluyordum ve bahçe sahibi üniversiteyi kazandığımı duyunca bana ‘Siz insan mısınız? Nasıl okul kazanırsınız’ diye sormuştu” dedi. Gözlemlerim esnasında mevsimlik Kürt tarım işçileri yeterli beslenemediğini sağlık hizmetlerine hiçbir şekilde ulaşamadıklarını farkettim. Görüşme yaptığım bir kız çocuğu “Sabah kahvaltıdaki zeytini dört parçaya bölerdik çünkü benim topladığım yevmiye yemeğe, babamın ki yola giderken diğerlerinin ki ise ancak bir yıllık geçinmemiz için kalıyordu” demişti. 12 yaşındaki diğer kız çocuğu ise “Yağmuru kendi köyümde seviyorum ama Karadeniz’de nefret ediyorum. Orda fındık toplarken yapraklarda biriken damlalar üstümüze damlıyor çok üşüyoruz ve hasta oluyoruz” demişti.
Çok farklı illere gidiyor mevsimlik işçiler…
Evet. Yılın dokuz ayı boyunca farklı illere çalışmaya giden mevsimlik Kürt işçilerle görüştüm. En nefret ettikleri bölge Karadeniz. Çünkü, Karadeniz’de ücretsel sömürünün dışında Kürt işçilerin ideolojik inançlarına, ailelerine, dillerine hakaret var. Karadeniz insanı, Kürtleri tıpkı Franz Kafka’nın Dönüşüm kitabındaki Gregor gibi böcekleştiriyor. Kürtleri kendine yabancılaştırırken yoksulluklarını iliklerine kadar işletiyor öyle ki işçiler bütün bunları; ırkçılığı, sömürüyü yoksulluklarına bağlıyor ve kendilerince hak verici nedenler arıyorlar. Karadeniz’de ırkçılık için sadece ”Kürt ” kelimesi yetiyor anında saldırıya geçiyorlar, Kürtlere en kötü şartlarda işlerini yaptırmaya çalışıyorlar. Bahçeden şehre inemiyor. 6-7 yıl önce fındığa giden şimdi ise üniversite mezunu olup iyi meslek, konum edinen insanlara “O zamanlar fındık toplama işi nasıldı” diye sorduğumda inanın hepsi o yapılan ırkçı hakaretleri, kaldıkları kötü yerleri, maruz kaldıkları kötü muameleleri anlatırken yeniden yaşamış gibi olup bu durum yüzlerine, ses tonlarına yansıyor.
Şuan ziraat mühendisi olan aynı zamanda doktora yapan bir kadın “Fındık çok kötü ben her gece eve gelmek için hem dua ediyor hem de ağlıyordum şimdi fındık yemekten bile nefret ediyorum” dedi.
Peki, çocuk işçiliğindeki gözlemlerin neler?
Karadeniz’de çocuk işçiler, diğer işçilerle aynı işi yapmasına rağmen daha düşük ücret alıyor. Mesela, Malatya ve Urfa’da hepsi eşit ücret alıyor. Sosyal sorumluluk projeleri de ya gerçeği yansıtmıyor ya da “öylesine” sırf yapmış olmak için uygulanıyor ve yetersiz kalıyor. Ayrıca Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) gezici mevsimlik tarım işçisi çocuklarının eğitimiyle ilgili yapmış olduğu genelgede 2. ve 3. maddelerde “Öncelikle kendi bölgelerinde yatılı okullara yerleştirilmeleri, yatılı imkanı olmayanların göç ettikleri yerde taşımalı ilköğretim uygulanmasından yararlanacağından” bahsedilmiş fakat uygulamada böyle bir şey yok. Bazı duyarlı öğretmenler öğrencileri yok yazarken bazıları ise devamlı gösteriyor.
Görüşme yaptığım öğretmenlerden biri “Biz yok yazsak bu defa öğrenci devamsızlıktan kalacak ve bir senesine mal olacak zaten maddi durumları kötü birde bu yüzden sorun yaşamasınlar” demişti.
“Çözüm noktası işçilerin örgütlenmesi”
Çok fazla sorunu belgeleyen birisin ve aynı zamanda Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri öğrencisi olarak çözüm önerilerini de dinlemek isterim.
Çözüm noktası olarak. İşçiler örgütlenmeli, kendi haklarını bilmeli ve bilinçlendirilmeli. Fakat bu çok zor; çünkü kendi aralarında ücret kırımına sebep oluyorlar.
* Haklarını savunan bir birim oluşturulmalı. Mevsimlik tarım işçisi danışmanları işçilerin gidecekleri yerlerle ilgilenmeli. İşçilerin ücretleri ödendiği zaman fiş verilmeli. Bu fiş tarım danışmanları tarafından denetlenmeli.
* Gidecekleri yere nasıl götürüldükleri denetlenmeli. Yol ücretleri uygun fiyat olmalı. Yol parası da çok alınıyor ve araçlara kapasitesinin iki katı kadar işçi bindiriliyor.
* Gittikleri yerlerde konaklama ihtiyaçları karşılanmalı.
* Çocuk işçiliği kesinlikle yasaklanmalı , hamile kadınlar çalıştırılmamalı. Bunun da denetimi olmalı.
* Bahçe sahipleri Kürt işçiler konusunda bilinçlendirilmeli. İşçilerin kendi bahçelerinin kölesi olmadığı, insanca yaşamak istedikleri dile getirilmeli.
* Mevsimlik Kürt tarım işçileri için gittikleri yerlerde sosyal aktiviteler olmalı .
* MEB, farklı illerde tarım döneminde çalışan 15 yaş üstü çocukların gittikleri yerlerde okula gidebilecekleri ile ilgili detayı ailelere anlatmalı. Ayrıca aileler, gittikleri yerdeki MEB’le iletişim içinde olmalı.
sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.