AYŞE ÖREN >>  Sanatın en güçlü ve popüler formu mimaridir. Başka hiçbir sanat kolu insanlığı mimarinin olduğu kadar sarıp sarmalamaz ve dokunamaz ve bu mimarlara, insanların ve toplumların hayatına, fiziksel ve duygusal olarak dokunma cesareti verir. Mimari, değişken,  stabil olmayan ve devamlı hareket eden bir doğa düzeni içerisinde bir düzen kurmaktır.

Modernizm geleneksel toplumdan özerk bireyler yaratmaya çalışmakta, sivil toplum yapısı ve bireylerin özgürlüğüne dayanmalıdır.

20. yy da topluma daha iyi bir hayat sunulmak istenmiş teknoloji sayesinde doğanın fethedilebileceği düşünülmüş. Büyük şehirler yaratılmış ve şehirde yaşayanlar kısıtlı, sınırlı ve koşturma içinde geçen hayatlar elde etmişlerdir. Şuan kırsal kesimden şehirlere daha özgür ve bolluk içinde bir yaşamın hayaliyle gelip büyük kalabalıkların arasında yalnız kalmışlardır.

Modernist mimari, doğa ve insan arasına bir duvar çekmiş, bizi AVM ve beton mimariyle karşı karşıya bırakmıştır. Doğayla insan arasına çekilen yapay duvarla insanın doğayla iletişimi kesilmektedir.  Fonksiyon ve verimlilik onurlandırılmış ve kendi lokal kimliği ve tarihinden uzaklaştırmıştır.

Benim mimariye bakış açım bu sözde modern hayat ve doğa arasındaki yapay duvarın kırılması üzerinedir, böylece toplumsal olarak kültürümüzün ve kimliğimizin devamını sağlayabiliriz.

Gezi Parkı’ndaki olaylar aslında aynılaşmaya verilmiş de bir tepkidir. Kültürün ve çeşitliliğin korunması esastır. Aynılık formda değil içte ve özdedir.

Hızla gelişen teknoloji,  gelişen  kitlelere (üstelik tüm dünyada)  aynı tarz  yaşam sunuyor. Göçün önünü açıyor,  köyden kente gelişi öneriyor. Gelen insanları aynı tipleştirmeye gidiyor.

Mimari olasılıklar üzerinde düşünmektir ve sonuçta toplum içindir. Toplum için özgürce yaşadıkları  faaliyetler, olanaklar geliştirilmeli ve sağlanmalıdır.

Günümüz mimarisi sanayi devrimiyle daha önce yapılamayan ve günümüz şehir düzenini oluşturan gökdelenleri yapmamıza olanak tanımıştır.

Bundan sonra ki aşamada, 3D yazıcı yüzyılı gibi görünmekte. Önümüzdeki dönemin mimarisini  3D yazıcıların kuracağı kesinleşmiştir. Bu yenilik geleceğin şehirleri için sonsuz seçenekler sunmakta.

3D yazıcıların sunduğu önce ve deneysellik yeni şehirleşme çağını açmakta ve şehirlere kayan nüfus yoğunluğuna işaret etmektedir. Bugün yapılan gökdelenlerde dünya nüfusunun yarısı barınmaktadır ve bu sayı daha da artacak olarak görünüyor.

Mimari bir çok iş koluna ait bilgi birikimi ve tecrübe gerektirmekte ve tüm bu bilgilerin entelektüel bakış açısıyla birleşip bir yaşam tarzı sunmasıyla oluşur ve ekip ruhu gerektirir. Bir mimarın bilgi, tecrübe, bakış açısı, vizyon, detay, materyal, teknoloji gibi bir çok alana hakimdir ve bütün bunları bünyesinde buluşturur. Teknolojik yenilikleri yakından takip etmesi ve toplumun ne yöne ilerlediğini anlaması ya da daha uç anlamda onu o yöne sürüklemesi gerekebilir. Bölgeler lokal özelliklerini ve kimliklerini kaybetmekte  dolayısıyla aynı üniformayı giyen aynılaşmaya doğru gitmekteyiz.

Doğadan bu çeşit bir izolasyondan kaçınmalı, kendi kültürel kimliğimizi ve mirasımızı korumalı ve insanları tek tip olmaktan çıkarmalıyız. Doğada çeşitlilik esas alınmalıdır.

Yenilikçilik, yaratıcı düşünce ve inovasyon zaten mimarinin özünü ve doğasını oluşturur. Mimari olasılıkları araştırmalı bölgede yaşayanlar için özgürce geliştirebilecekleri aktiviteler sunmalıdır. Dolayısıyla mimar, kendini ve bakış açısını elindeki bilgileri kendini kısıtlamadan ve sıkışmadan ileri götürmelidir.

Eski geleneksel bilgileri kullanmaya devam edersek kendimizi kısıtlanmış ve bir çerçeve içinde kalmış hissedebiliriz. Bu yüzden eski bakış açılarımızı aşarak düşünmeli, insanları sıkıştıkları alandan çıkarıp onlara yaşamlarını kolaylaştıracak  ve bir anlamda özgürleştirecek alanlar yaratabilmeliyiz.

Doğadan ilham almalı ve onun kurallarına saygılı davranmalıyız.  Çünkü insanlık yüksek teknoloji de bulsa doğa felaketleri karşısında aciz olduğunu ülkemizde ve dünyada bir çok kez gördük.

Bence doğaya yakınlaşmanın ve bunu mimariye almanın zamanı gelmiştir. Mimarı bir yaşam tarzı sunmalıdır yoksa aynı tip bina ve villaları yan yana dizerek, aynı kat planlarını üst üste inşa ederek, insanlara iyi bir hayat değil yalnızlıklar ve bunalımlardan başka bir şey sunamayız.

İstanbul?un bugün dünyanın en güzel şehirlerinden olma sebebi sunduğu yaşam tarzıdır, doğasıdır, bu bozulursa dünyanın hiç bir yerinden farkı kalmayan aynılaşmış bir şehir elde ederiz.  Ben gelecekten ümitliyim ve her şeyin daha iyiye ilerlediğine inanıyorum. Bakış açılarımızı sorgulamak ve gelecek nesiller için yaşanılası değerli bir hayat, arkasında bir kültür ve yaşam tarzı sunan şehirler bölgeler mekanlar ve tasarımlar bırakmalıyız.

Dünyadaki en önemli şey, insanın özgürlüğü ve mutluluğudur, yapılan her şey mutlu ve özgür olmak için yapılmıştır, dolayısıyla hatalar üzerinde zaman kaybetmektense,  insanın mutluluğu ve özgürlüğüne nasıl faydam dokunabilir bunu düşünmek ve ilerlemek lazım.

Haziran 2013

www.ayseoren.com


sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

Bir yanıt yazın