RÜŞTÜ BOZKURT >> Fiziki kaynakları, insan kaynağını ve teknolojiyi üretim sürecinde etkin kullanırsak, maddi ve kültürel zenginlik üretebilir; insanımızın refahını artırabiliriz. Zenginlik üretmenin temel araçlarından biri olan teşvik sistemlerine ilişkin ana fikrimizin ne olduğunu bir önceki yazıda paylaştık. Geleceği inşa ederken, teşvik sisteminin nasıl ele alınması gerektiğine ilişkin düşüncelerimizi bu yazı çerçevesinde ele alacağız.

Ülkemizde üretim arzının yetersiz kaldığı, satıcı piyasaların egemen olduğu dönemlerde “ithal ikameci” politikalar uygulanarak, toplu iğne bile üretemeyen bir halkı, sanayi toplumuna dönüştürme düşleri egemendi. Düşlerin peşinde giderken, ciddi bedeller ödeyerek sağladığımız birikim, ulaştığımız bilinç, geliştirdiğimiz buluş yeteneği, gücümüze uygun beklenti ve ürettiğimiz bereket özgüvenimizi artırdı.

Dünya genelindeki temel eğilimlerin yarattığı gelişmeler ülkemizi 1980’lı yılların başlarında mikro-ekonomik liberalizasyon reformlarının yapılmasının itici gücü oldu. Reform, dışa ve dünyaya açılarak, rekabet, maliyet, fiyat, kalite, pazarlama, satış ve müşteri hizmeti olgularıyla yüzleşmemizi sağladı. Yüzleşme, kurumların işleyişinde, ekonomimizin yapısında kırılganlıkları su yüzüne çıkardı; 2000’lı yıllar makro-ekonomik stabilizasyon reformlarını gündeme geldi. İki temel reformun önemli yanı, üretebilme, satabilme özgüveni ve disiplini kazandırması oldu. Bu özgüvenin 500 milyar dolarlık ihracat hedefine yönelmenin arkasındaki gücü oluşturduğunu düşünenlerdenim.

Tarih bilincimiz

Yaratılan sonuçları analizlerle daha derinleştirerek, geçmişin karar ve kurumlarından gereken dersleri almalıyız. Daha sağlıklı bir gelecek inşa etmenin güçlü araçlarından biri olan “tarih bilincimizi” bir basamak daha yükseltmeliyiz. Teşvik sistemini yeniden yapılandırırken, günün koşullarına uygun yöntem ve araçlar geliştirmeliyiz. Bu araçları geliştirmenin yollarından biri de, sınırlı şeffaflıktan sınırsız şeffaflığa ilerleyerek rasyonel ortam ve iklimi zenginleştirmedir.

Önce kendimize yarım düzine soru yöneltebiliriz: Bugüne kadar uygulanan mekan, sektör ve proje teşviklerine ilişkin ciddi bir “geri bildirim” verisi elimizin menzili altında var mı? Varsa bu veriler, kimlerle ve nerede paylaşılıyor? Kolektif kaynaklardan yıllardır destek sağlandığına göre, öngörülen sonuçlar ile yaratılanlar arasında sapmalar nedir? Sapmaların inandırıcı gerekçelerini üretebiliyor muyuz? Geçmişin “teşvik sisteminin varsayımlarını” belirleyen “temel eğilimler” ile bugünün dünyasına yön veren “yeni eğilimler” arasında benzerlikler ve ayrışmalar hakkında netleştirilmiş bir bilgiye, açık bir fikre sahip miyiz?

Soruları ihtiyaca göre farklılaştırılabilir, çeşitlendirir ve zenginleştirebiliriz.

Çağımızda rekabet, “ölçek ekonomisinin erişebilirliği ile küçük ve orta ölçek yapının esneklik ve hızını etkin koordine etmeye” dayanıyor. Ayrıca, orta teknolojilerden üst teknolojiye geçiş sürecini hızlandırma, ürünlerdeki katma değeri artırma uzun dönemli geleceği güven altına almanın gerek şartını oluşturuyor. Yeni oluşum “hız ve esnekliği” öne çıkaran “proje-teşviklerinin” önemini artırıyor. Mekan ve sektör teşvikleri gibi kategorik desteklerin yarattığı sonuçların etkinliği ve verimliliği yaygın biçimde sorgulanıyor. Bu açıdan bakarak, yeniden yapılandırma çalışmalarında teşvik sisteminin yeni eğilimleri nasıl ele aldığını netleştirmeliyiz. Yetkililer teşvik sistemini açıklarken, eğilimlerin yarattığı fırsat ve tehlikeler neler olduğunu, fırsatları değerlendirme, tehditleri de en düşük maliyetle savuşturmak içi hangi alternatif tepki stratejilerini geliştirdiklerini en küçük bir kuşkunun gölgesini düşürmeyecek netlikte açıklarsa inandırıcılıkları artar.

Teşvik sistemi açıklanırken

Tasarlanan mekanizma, bizi açgözlülük ve sorumsuzluğun, aklı bir ideolojiye ve inanca emanet etmenin, kibir ve üstünlük inancının, sloganların ciddi fikirlerin yerini almasının tuzağına düşürülmeli. Bunun için yeniden yapılandırılan teşvik sisteminin “ödünsüz gözetim ve denetim mekanizmasını” nasıl oluşturacağını işin başında kamuoyu ile paylaşılmalı. Teşvik sistemi aracılığı ile ayrılan kaynaklarla, alınan sonuçları analiz eden hesaplama yöntemleri mutlaka ortaya konmalı. Tartışmalar gerektiği kadar derinliğine inmeli ve “rasyonel ortam” yaratılarak zenginleştirilmeli.

Ülkemizin içlerine doğru yayılan yeni üretim tesisleri, organik büyüme, işbirlikleri, ortaklıklar ya da satın almalar yolu ile erişebilir ölçek yaratmaya çabalıyor. Ölçek büyüklüğü kayıtlı sistem ve analizle yönetim gerektiriyor. Bu süreç dünya genelinde temel eğilimlerin sonucu olduğu için kayıtlı olanlar ile kayıtsız işlem yapanlar arasında “haksız rekabet” ekonominin gündeminde yerini sağlamlaştırıyor. Kaysız ekonomiden kayıtlı ekonomiye geçiş süreci bugün ülkemizdeki “kritik sorunlar” arasında özel bir öneme sahip olduğunu fark edenlerin sayısı giderek artıyor. Teşvik sistemi hangi araçlarla ve yöntemlerle “haksız rekabet” olgusunu azaltan, makul düzeylere indiren önlemleri içerdiğini netleştirmek gerekiyor. Yeniden yapılandıran teşvik sisteminde kayıt dışı uygulamaları azaltan, kayıtlı sistemi özendiren araçlar açık, anlaşılır ve inandırıcı biçimde tanımlanmazsa, kaynak israfını önleme mümkün olmaz.

Ne yaptığımızı bilmeliyiz? Ne yapmak istediğimizi netleştirmeliyiz? Nasıl yapacağımızsa karar vermeliyiz. Bir sonraki yazıda bu üç aşamayla ilgili düşüncelerimiz ortaya konacak.


sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

Bir yanıt yazın