CHP’nin “İkinci Yüzyıla Çağrı Buluşmasında”, İstanbul Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı’nda yapıldı. Prof. Dr. Daron Acemoğlu grafiklerle yaptığı konuşmada; şunları söyledi:

“TOPLAM FAKTÖR BÜYÜMESİNİ NE KADAR ARTIRIRSANIZ EKONOMİNİN POTANSİYELİNİ DE O KADAR ARTTIRMIŞ OLUYORSUNUZ”

“Sağlıklı bir Türkiye ekonomisi kurma konusunda konuşmak istiyorum. Türkiye’nin büyüme dinamikleri az çok biliniyor. 1980’lerin sonunda ve 1990’larda potansiyelin çok altında büyüdükten sonra Türkiye 2011- 2006 yılları arasında Gayrisafi millî hasıla (GSMH) büyüme hızını yüzde 6’lara kadar çıkarttı ama ondan sonra daha istikrarsız bir büyüme görüyoruz. Potansiyelinin altında ama büyüme oranlarından daha da önemlisi büyümenin kalitesi. Büyüme kalitesinin birçok yönü var ama ana problem Türkiye’de verimlilik. Büyümenin verimliliği artırmaması. Buna birçok değişik açıdan bakmak mümkün ama ekonomistlerin en çok kullandığı kavramlardan bir tanesi ‘toplu faktör verimliliği’ ve ‘toplam faktör verimliliğinin büyümesi.’ Bu büyümenin ne kadarının yeni teknolojilerden, kaynakların ne kadar doğru dağılmasından, yeteneklerin, üretkenliğin artırılmasından geldiğini gösteriyor. Toplam faktör büyümesini ne kadar artırırsanız ekonominin potansiyelini de o kadar arttırmış oluyorsunuz.

“2006’DAN SONRA YOLSUZLUK ARTIYOR”

(Ana Problem: Düşük Kaliteli Büyüme ve Verimlilik Problemi’ başlıklı grafikten bahsediliyor) Bu figür de size Türkiye’nin büyümesinin nereden geldiğini gösteriyor, iş gücünün büyümesinden mi ya da fiziksel kapitalin büyümesinden mi yoksa toplam faktör büyümesinden mi… Buradan mavi ile gördüğünüz şey toplam faktörün büyümesi ama daha basiti değişik dönemlerde ortalamasını gösteriyor. Sarı ile gördüğünüz çizgi 1990’larda sıfır büyüme olduğunu gösteriyor toplam faktör verimliliğinde. Yani üretkenlikte ve verimlilikte hiçbir gelişme yok, zaten bu problemin büyük bir parçası. 2001-2006 yılları arasında başka bir tablo çıkıyor karşımıza. Enflasyon kontrol altına alındığı zaman, mali politikalar doğru bir çerçeveye doğru adım attıkları zaman, yolsuzluğa karşı ufak birkaç adım atıldığı zaman ve başka reformlarla beraber Türkiye ekonomisinin potansiyeli artıyor ve büyüme daha kaliteli bir hale geliyor. Yüzde 5 oranında ortalama toplam faktör verimliliği büyümesi var. Bu, Türkiye ekonomisinin aslında ne kadar önü açık bunun bir göstergesi. Ama ne yazık ki 2006’dan sonra yolsuzluk artıyor, reformlar tam tersine gidince bir görüyoruz ki ortalama yüzde sıfır hatta negatif. Yani, Türkiye’de verimlilik artışı yok.

“MALEZYA, MEKSİKA, ÇİN GİBİ ÜLKELER TÜRKİYE’DEN ÇOK DAHA İLERDELER”

Toplam faktör verimliliği biraz soyut bir kavram. Daha somut olarak bakmak mümkün, örneğin; Türkiye ne ihraç ediyor diye bakabiliriz. Örneğin, 1990’ların ortasında Türkiye ne ihraç ediyor diye baktığımızda bunun çoğu tarımsal ürünler ve düşük kaliteli ürünler. Örneğin, tekstil… Ama burada bir iyileşme görüyoruz. 1990’lardan 2006 senesine kadar. Orta kaliteli, orta teknolojisi olan ürünlerin payı gayet hızlı bir şekilde artıyor. Örneğin, beyaz eşyalar. En yüksek teknolojilerde o kadar büyük bir ilerleme yok ama yine de ihracatın teknoloji katkısı giderek artıyor. Ne yazık ki 2006-2007 senesinden sonra burada bir duruluş var. Daha sonra hiçbir ilerleme yok. Türkiye yine düşük kaliteli büyümeye geri dönüyor. Eğer bunu daha da açık görmek istiyorsanız başka orta gelirli ülkelerle kıyaslayabiliriz. Malezya, Meksika, Çin gibi ülkeler Türkiye’den çok daha ilerdeler. Daha fazla teknoloji içeren ürün ihraç ediyorlar ve giderek artıyor.

“TÜRKİYE’DEN GELEN ÖĞRENCİLERİN ULUSLARARASI SINAVLARDA ALDIĞI NOTLAR ÇOK DÜŞÜK”

Türkiye’de bir durgunluk var. Bu, düşük kaliteli verimsiz büyümenin en önemli unsurlardan bir tanesi de Türkiye’nin kaynaklarını doğru kullanmamamız. Bu kaynakların içindeki en önemlilerinden bir tanesi insan kaynakları… Eğitim düzeyi ve eğitim kalitesi çok kötü bir durumda. Buna da birkaç açıdan bakabiliriz. Örneğin, Türkiye’den gelen öğrencilerin uluslararası sınavlarda aldığı notlar çok düşük ya da Türkiye’deki öğrencilerin üniversiteye gitme ya da liseden mezun olma oranları Avrupa’dan hatta Güney Amerika’ya oranla çok düşük. Türkiye en yüksek lise mezunu olmayan oranında şu anda.

“2006-2007 SENESİNDEN SONRA EŞİTSİZLİK YİNE ARTMAYA BAŞLIYOR VE ESKİ GÜNEY AMERİKA DÜZEYLERİNE GELİYOR”

Teknolojiye yatırım yapmamak, verimsiz büyüme, insan kaynaklarını doğru kullanmama bunun net bir sonucu var. Düşük verimli istihdam, düşük ücret düzeyi, yoksulluk ve eğer bu yoksulluk problemini çözmek istiyorsak verimliliği artırmak lazım ama aslında Türkiye’deki problem bundan da daha derin. Çünkü, olan gelirde çok eşitsiz bir şekilde dağılıyor. Türkiye’deki eşitsizlik problemine de çok açıdan bakmak mümkün. Size ekonomistlerin çok kullandığı ‘GİNİ Katsayısı’ verisini gösteriyorum, 2000’lerin başında Türkiye’nin GİNİ katsayısı yüzde 42. Bu da Türkiye’yi Avrupa’dan çok daha eşitsiz bir duruma getiriyor. Güney Amerika’nın en eşitsiz ülkelerinden Brezilya ile aynı düzeye koyuyor. Yüksek kaliteli büyüme aynı zamanda istihdam ücretlerini artıran bir büyüme. Bu olduğu zaman GİNİ katsayısında bir azalma görüyoruz ama ne yazık ki 2006-2007 senesinden sonra eşitsizlik yine artmaya başlıyor ve eski Güney Amerika düzeylerine geliyor.

“İNŞAAT SEKTÖRÜ SERMAYEYE OLAN YATIRIMIN YARISI”

(Türkiye’de Eşitsizlik grafiğine ilişkin) Milli gelir kime gidiyor diye bakabilirsiniz. Burada, yeşil ile gördüğünüz milli gelirin en zengine yüzde 1’e giden payı çok yüksekle artmaya devam ediyor. Onun yanında en aşağıdaki yüzde 50’ye giden payına da bakarsanız yüzde 15’in altında ve düşmeye devam ediyor. Gelir dağılımı gerçekten çok hüzün verici. Peki, bu kadar problemin içinde Türkiye nasıl büyüdü? Bunun da birçok nedeni var ama bu nedenler içinde en önemli unsurlardan bir tanesi kredi. Türkiye çok büyük bir kredi patlamasından geçti. 2000’lerin başında Türkiye’deki kredi toplam kredi, gayrisafi millî hasılaya (GSMH) oranla yüzde 10 gibiydi. Çok hızlı bir büyüme ile bu yüzde 80’e yaklaşmış durumda. Bu kredi patlaması, büyümenin en büyük motoru oldu Türkiye’de. Türkiye sadece iç borçlanmada değil, dışarıdan da çok borç aldı. Dış borçlanma çok arttı son 20 yıl içinde. Dışarıdan kaynak almasından bir problem yok. Eğer bu kaynaklar; yatırıma, AR-GE’ye, teknolojiye, insani kaynaklara, eğitime bilime gidiyorsa bu ülkenin gelecek potansiyelini artırır ama Türkiye’de ne yazık ki olan bu değildi. Türkiye’de büyüme nasıl geldi diye bakarsanız, örneğin sermaye nereye gidiyor, nerede kapital var, nerede yatırım diye bakarsınız. Buna baktığınız zaman Türkiye’de dünyanın hiçbir yerinde görülemeyecek bir tablo ortaya çıkıyor. İnşaat sektörü sermayeye olan yatırımın yarısı. Makineye, teçhizata, teknolojiye olan yatırım bunun altında ama inşaat ne yazık ki teknolojik bir ilerleme getirmiyor, yolsuzluk getiriyor. Ücretleri artırıyor. Tabii bu çarpıtılmış sistemin tabanı kurumları düşünmeden anlamak mümkün değil. Türkiye’nin tarihindeki problemler kurumsal problemler. Örneğin iktisadi kurumlara bakarsanız, yani yatırımcıların baktığı kurumlara bakarsanız her zaman problemi açık bir yer. Yolsuzluğu denetleme, yargı, genel denetlemenin kalitesine, hukuk üstünlüğüne bakabilirsiniz. Bunların hepsinin dutumu uluslararası göreceli olarak iyi değil. 2001’den sonra yüksek kaliteli dediğim büyüme sırasında ufak bir iyileşme oluyor. Yolsuzluk daha iyi kontrol altına alınıyor, yargı kurumları biraz daha iyileşiyor, iş piyasasındaki kurumlar biraz daha iyileşiyor. Bu ufacık iyileşme ile verimlilik artıyor. Ne yazık ki 2006-2007’den sonra kurumlarda bir çökme var. Çok daha geri gidiyor, yolsuzluk tamamen kontrol altında, yargı bağımsızlığını kaybediyor, denetleme kalmamış durumda.

“TÜRKİYE’NİN PROBLEMİ SİYASETLE, SİYASİ POLİTİKALAR İLE, SİYASİ EKONOMİ İLE İÇ İÇE”

Ekonomik kurumları siyasi kurumları düşünmeden anlamamız mümkün değil. Türkiye’nin problemi herkesin takdir ettiği üzere, siyasetle, siyasi politikalar ile, siyasi ekonomi ile iç içe. Burada da ortaya çıkan tablo iç açıcı değil. Türkiye’deki kurumların düzeyi giderek kötüleşiyor ve bunu birçok veri ile görmemiz mümkün. Burada size Freedom House’un verdiği endekse göre, Türkiye’deki siyasi haklar şu anda 1980’in başına gelmiş durumda. İfade özgürlüğüne bakarsanız daha da kötü… 2006-2007’den sonra korkunç bir çöküş var ifade özgürlüğünde. Özgür medya, özgür sivil toplum artık çok zor. Burada karşımıza çıkan tablo negatif. Daha negatif yönü var, çünkü düşük kaliteli büyüme bir tek eşitsizlik, ücret düşüklüğü, verimsizlik getirmiyor. Aynı zamanda sürdürülebilir bir büyüme değil.

“GELECEK ZAMANLARDA KULLANACAĞIMIZ REZERV KALMADI”

Enflasyon yüksek olunca başka etkileri de oluyor. Gelir dağılımını çok daha kötüleştiriyor, daha yoksulluğu derinleştiriyor. Aynı zamanda yatırım sisteminin daha da çarpıtıyor. Bunu görmenin bir yolu iş adamlarının yatırım yaparken baktıkları şeyin reel faizlerin nasıl geliştiğine bakmak. Reel faizler yani enflasyona göre nasıl geliştiğini gösteriyor. Türkiye’de uluslararası göreceli olarak görmediğimiz bir tablo ortaya çıkıyor. Devlet bankalarının verdiği krediler ile gelir dağılımı daha da çok kötüleşiyor. Çünkü bu kaynaklar yandaş şirketlere, yandaş holdinglere gidiyor. Yeni yatırıma, yeni enerjiye sahip şirketlere gitmiyor. Aynı zamanda meslektaşlarımın da vurguladığı üzere net rezervler korkunç bir negatif hale gelmiş durumda. Gelecek zamanlarda kullanacağımız rezerv kalmadı. Karşımıza çıkan tablo çok negatif ama ben karamsar olarak görmüyorum Türkiye’nin geleceğini… Genelde meslektaşlarımın aynı şekilde vurguladığı üzere iyimser olacak şeyler de var. Bunların içinde en önemlisi Türkiye’nin potansiyelinin çok yüksek olması. Diğer pozitif şey ise çözümlerin aslında çok açık olması. Ekonomi konusunda bilgisi olan, bilimsel araştırma yapan insanlara sorarsanız herkesin Türkiye’nin ne yapması konusunda aynı fikirlere sahip olduğunu göreceksiniz. Bunlar, kısa dönemde normalleşmesi, orta dönemde teknolojiye, eğitime, bilime, yatırım yapıp bir teknoloji stratejisi ile üretkenliği artırmak ve bunları doğru bir kamusal ağa, kurumsal yapıya oturtmak.

“TÜRKİYE’DE İŞSİZLİK BÜYÜK BİR PROBLEM”

Normalleşmede burada bahsetmek istediğim şey, ilk önemli şey; para politikaları yani faiz politikalarını düzelterek enflasyonu düşürmek. Enflasyonun bu düzeyde olduğu bir ekonomi de başka kaynakların doğru olarak dağılması mümkün değil ama enflasyonu düşürmek kolay değil ve bu süreçte mali politikaları doğru kullanıp yoksulluğu azaltması lazım. Türkiye’de işsizlik büyük bir problem. Bunun çok daha büyük bir problem haline gelmemesine izin vermemek lazım. Aynı zamanda Türkiye’nin banka bilançolarını düzeltmesi lazım.

“TÜRKİYE’NİN DEMOKRASİYİ VE SAĞLIKLI BİR EKONOMİYİ AYNI ANDA KURMASI LAZIM”

Türkiye’nin bir teknolojik atılım yapması lazım. Bunun için meslektaşlarımın da vurguladığı üzere AR-GE’ye yatırım gerekiyor, bilime yatırım gerekiyor. Eğitimin iyileştirilmesi gerekiyor. Bu tamamen bir teknoloji stratejisi gerektiriyor. Bunların hiçbiri doğru kurumsal yapılar olmada, demokrasi olmadan olmaz. Türkiye’nin tarihi boyunca problemi şu ki, devlet güçlü olsa bile toplum güçsüz kalıyor ve toplum güçsüz olduğu için devletin kurumları daha iyileşmiyor. Bunun için demokrasi Türkiye için çok önemli. Türkiye’nin demokrasiyi ve sağlıklı bir ekonomiyi aynı anda kurması lazım. Buradaki iyi haber şu, bu çok mümkün ve az çok ne yapmamızın çok açık bir şekilde görüldüğü, bilimsel olarak da çok açık.”


sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

Bir yanıt yazın