ENVER ERKAN, TERA YATIRIM BAŞEKONOMİSTİ >> 

Küresel enflasyon baskısı… Son dönemin en sorunlu ekonomik gündemi küresel enflasyonun yarattığı endişeler üzerinden dönüyor. Bu sorun hem gelişmiş ülkelerin, hem de gelişmekte olan ülkelerin dinamiklerini farklı katsayılarda etkilemekle beraber, özellikle enerji ve emtia üzerinden ciddi bir girdi ve maliyet enflasyonu yaratmış durumda. Enerji girdisinin yanı sıra, genel olarak tedarik zinciri, iklimsel şartlar ve siyasi kriz olguları bunların üretiminin yoğun olduğu ülkeler nezdinde de lojistik sıkıntılarına yol açıyor ve biz genel olarak hammadde, tarımsal emtia gibi ürünlerde de bu fiyat baskısını görüyoruz. En önemlisi; tedarik zincirinin kırılması girdi temini açısından sanayideki üretimi de kısıtladığından ekonomik yavaşlama etkisine sebep oluyor. 

Merkez bankaları perspektifi… Enflasyon yeni bir olgu değil ve ilk artışını da Mart 2022’de gerçekleştirmiş değil. ABD ve Euro Bölgesi’nde sırasıyla %7,9 ve %5,9 enflasyon oranlarına ulaşılmış durumda ve bu oranların daha da yukarı gitmesi bekleniyor. Bu enflasyon oluşumunda, pandemi sonrası dönemdeki tedarik kırılmaları ile gerçekleşen üretim sorunları, maliyet yüklenimleri gibi etmenlerle beraber, hem fiyatların yükseleceği beklentisi, hem de bol para arzı etkisiyle gevşek finansman koşulları tüketimi de hızlandırdı. Merkez bankaları bu politika kaynaklı enflasyonu yöneterek, geçmiş enflasyonun yeni enflasyon yaratımındaki etkilerini kırmak ve marjinal talep enflasyonunu kontrolde tutmak istiyorlar.

Enflasyonda talep olgusunun rolü… Talep konusunda iki farklı kategorizasyon yapabiliriz. Pandemi ile beraber oluşan birikimli harcama etkileri ve ekonomik toparlanma ile gelen talep olguları ilk kategoriye girer. Pandemi sırasında ortaya konan parasal teşviklerin oluşturduğu gevşek finansman koşulları ise talep olgusunu destekleyen ikinci kategoriye dahildir. Buna bağlı olarak fiyatlama dinamikleri değişmektedir. İstikrarsızlaşan enflasyon beklentileri, tüketim harcamalarını da etkilemekte ve düşük finansman koşulları ile fiyatların daha da artacağı beklentisi hızlı bir tüketime sebep olup marjinal talep enflasyonu olgusunu beslemektedir. İstihdamda toparlanma ile sürekli gelir etkisi, enflasyon karşısında ve işgücü temininde daha yüksek ücret talebi, sanayide artan hareketlilik çapındaki olgular bu kanal üzerinden de enflasyondaki etkileri açıklamaktadır. Sıkışan arz ortamında, talepteki bu durum enflasyonu hızlandırmaktadır. 

Bloomberg Emtia Fiyat Endeksi ile ABD-Euro Bölgesi enflasyonu karşılaştırması… Kaynak: Bloomberg

Tedarik zinciri aksamalarındaki durum… Bu yeni bir konu değil.. Pandemi sonrasındaki lojistik ve kaynaktan temin sıkıntılarında dünya genelinde bir tedarik açığı oluştu. Bu da hammadde teminini sınırladığı için hem enflasyonist etki, hem de sanayide momentum kaybı etkisine neden oldu. Lojistik sıkıntıların uluslararası taşımacılık üzerindeki olumsuz etkisi, pandemi etkisini kaybettikten sonra da yüksek navlun maliyetleri olarak devamını gösterdi ve satılan mal fiyatının içine daha yüksek maliyetler girdi. Bu durum sadece hammadde ticaretini değil, emtia grubunun genelinde arz sıkıntıları şeklinde yansıma buldu. Şu anda tüm dünyada enerjisinden sanayi metaline, gıdadan değerli metallere kadar bütün gruplarda bu fiyat baskılarını görüyoruz. Son dönemde Rusya savaşı ile alakalı hammadde ve gıda kaynaklarında yaşanan ek kırılmayla alakalı özel durum, enflasyonda arz açığı etkilerini katmanlandıracaktır. 

Türkiye etkisi… Türkiye bu ortamda ana sıkıntıyı aynı zamanda ithal yoğun bir ekonomi olmasından dolayı yaşamaktadır.Özellikle enerji fiyatlarından gelen etki ile beraber hem cari işlemler dengesi olumsuz etkilenmekte, hem de küresel maliyet artı kurlarda artış etkisiyle fiyatlar hızla yükselmektedir.Döviz kurundaki istikrarsızlık, iç piyasadaki ithal ağırlıklı ürünlerin fiyatlandırılması konusunda önemli bir belirsizlik unsuru. Bu nedenle, döviz artışları fiyatlara hızlı bir şekilde yansıyabilirken, dönemsel kur düşüşlerinde ise yapışkanlık etkisi devreye girmekte ve fiyatlarda düşüş yansıması olmamakta veya çok az olmaktadır.Yeni ekonomi perspektifi çapında, Türkiye’nin ihracatı artırmaya yönelik bir yol haritasını faizleri düşük tutarak sağlamak istemesi, enflasyona karşı gerekli para politikası yanıtının verilmemesine neden olmaktadır.

Düşük faiz politikasının uygulanması aşamasında, Merkez bankasının peşi sıra yaptığı faiz indirimleri döviz kurundaki artışı hızlandırmıştır. Bu kapsamda da Şubat 2022 itibariyle %54,4 seviyesine gelmiş olan bir yıllık enflasyon söz konusudur ve güncel etkilerle bu oranın daha da yukarı gideceği anlaşılmaktadır.

Enflasyonla mücadele mevcut ekonomi perspektifinde iki kola ayrılmış görünmektedir. Birincisi; fiyat istikrarına katkı sunması amacı ile dövizdeki artışları garanti altına alan ve gerçek kişilerle şirketleri TL hesabı açmaya teşvik eden finansal üründür. Bu ürün devreye alındıktan sonra ilk aşamada hızlı girişler olmakla birlikte, günümüzde ulaştığı 590 milyar TL’lik büyüklüğün ilerlemesinin eskisi kadar hızlı olmayacağını düşünüyoruz. Bu ürün üzerinde kapsamı genişleten ve vadeleri kısaltan yeni cazibe unsurları oluşturmaya yönelik düzenlemeler ihtiyaç duydukça yapılabilir. Ancak önemli olan sistemin kendi kendini besleyebiliyor olmasıdır. Dövizde artış devam ederse, söz konusu yük Hazine’nin borçlanma ve finansman gereğini artırır ve bütçe finansmanı üzerinden enflasyon etkisi yaratır. Dövizden dönüşümde ise Merkez bankasının karşılaması gereken tutar arttıkça parasal genişleme etkisi ile enflasyon oluşumu söz konusu olabilir.

Son dönemde gıda ve temel ürünler ile birkaç kalemde yapılan vergi indirimlerinin enflasyona net etkisinin, vergisiz fiyatlardaki artış baskısı devam ettiği için düşürücü olmasını beklemeyiz. Geçmişte akaryakıt ürünleri için ciddi sübvansiyon sağlayan eşel mobil sistemi, ÖTV marjı sona erdiği için artık maliyetlerin pompa fiyatlarına yansımasına engel olamamakta ve dünyada petrol fiyatları arttıkça pompa fiyatları da artmaktadır. Doğalgaz başta olmak üzere enerji sarfiyatlarında da, son Rusya krizinin getirdiği küresel maliyet etkileri sübvansiyonlara rağmen tüketim fiyatlarının artmasında etkili olmaktadır.

Enflasyonla mücadelede planlı, öngörülür, hedefli politikaların üretilmesi yoluyla finansal istikrar ve fiyat istikrarının sağlanması gerektiği anlaşılmaktadır. Bunun gerçekleşebilmesi için kısa vadede getiri ve güven olgusunu besleyici perspektifte para politikaları uygulamaları ile cazip bir reel faiz oranı oluşmasının, risk priminin düşürülmesinin sağlanması gerekmektedir. Geniş vadede ekonominin dışsal finansal dalgalanmalara karşı hassasiyetini azaltacak yatırım cazibesi oluşturmaya, ekonomiyi çeşitlendirmeye, ihracat tabanlı stratejiler oluşturmaya, ithal ikamesini sağlamaya ve ekonomi dışı alanlarda istikrar ve güvenilirlik yaratmaya yönelik ilerlemeler sağlanmalıdır.

Sonuç? Enflasyonu önlemeye yönelik adımlar Merkez bankaları tarafından atılmaktadır. Bu kapsamda büyük merkez bankaları Fed ve BOE, faiz artışlarına başlamış ve bu işi seri halinde devam ettirecek bir görüntü sergilemektedirler. Dünyadaki arz kısıtlarının devam etmesi ve savaşın oluşturduğu belirsizlik, Merkez bankalarının politika etki alanlarını sınırlamakta ve enflasyon düşüşünün ancak belli oranda kontrol edilebileceğini göstermektedir. Bunun yanında, enflasyon eğrisini kaçırmış olabileceğini düşünen politika yapıcıların, ekonomiye zarar verecek hızlı faiz artışları yapma ihtimali ise bir risk olarak görülmekte ve ilerleyen döneme ilişkin resesyon endişelerini beslemektedir. Bu süreçte faiz artırımlarının mantığı, tüketimi kontrol altına alarak enflasyonu öngörülür patikada tutmak ve normal hedeflenen oranlar için de jeopolitik sıkıntıların aşılmasını ve dışsal etkilerin elemine olmasını beklemek üzerine kuruludur. Ancak emtia fiyatları eğer düşemez ve sıkı finansal koşulların aşırı faiz hareketlenmesi nedeniyle ekonomileri boğduğunu görecek olursak, bu olgu küresel ekonomiyi stagflasyona doğru götürme riski içermektedir.


sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

Bir yanıt yazın