İstinye Üniversitesi Güzel Sanatlar, Tasarım ve Mimarlık Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Uğur Tanyeli, yeni çıkan kitabı Mimar Sinan: Tarihsel ve Muhayyel’i değerlendirdi.

Sinan’ın mimarlığını ve yaşadığı çağı tarih yazımı perspektifinden ele alan kitap, diğer taraftan günümüz popüler imgeleminde Sinan’ın ve döneminin bugün nasıl hayal edildiği konusunu inceliyor.

‘’Tarihsel olan kısım Sinan’ın içinde varlık kazandığı, yetiştiği, çalıştığı 16. yüzyıl Osmanlı dünyasının içinde, o dönemin koşullarında nasıl çalışıp düşündüğünü araştırmaya yönelik. “Muhayyel Sinan” ise bugünün Türkiye’sinde egemen olan Osmanlı algısını tartışan bir sosyal bilimler güzergahı.’’

‘’Dünyayı Kavramakla Mimarlık Yapmak Doğrudan İlişkili’’

Kitabı hakkında bilgi veren İstinye Üniversitesi Güzel Sanatlar, Tasarım ve Mimarlık Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Uğur Tanyeli, ‘’Kitabın İlk kesiminde Sinan çağının bir değerlendirmesini yaparak, 16. yüzyıl Osmanlı kültür ortamının mimarlık meselelerine nasıl yaklaştığını aydınlatmayı amaçlıyorum. Osmanlı yazı dilindeki farklı anlatılarda mimarlıktan nasıl ve ne kadar konuşulduğunu araştırıyorum. Ardından kitabın “Tarihsel Sinan” kesimi geliyor. Orada genel bir Mimar Sinan monografisi veya hayat öyküsünün aksine sadece bazı konular özelinde Sinan mimarlığının yorumlanması yer alıyor. Örneğin, “Osmanlı düşünce gelenekleriyle mimarlık arasında bir bağıntı var mı” sorusunu soruyorum. Çünkü dünyayı kavramakla mimarlık yapmak doğrudan doğruya ilişkili. Kitabın son kesimi “Muhayyel Sinan” ise bugünün Türkiye’sinde Sinan’ın bizim için nasıl ve neden çok önemli olduğu sorusuna cevap arıyor’’ dedi.

‘’Bugünkü Mimar Sinan’ı Anlatmaya Uğraşıyorum’’

Her daim tarihsel bir bağlamda yaşadığımızı hatırlatan Prof. Dr. Uğur Tanyeli, ”Bana göre kitabı diğerlerinden ayıran şey, Sinan’ı gerçekçi bir yaklaşımla iki ayrı tarihsel bağlama yerleştirme çabası. Birinci tarihsel bağlam onun yaşadığı 16. yüzyılla tanımlı, ikincisiyse bugünle. Sinan’a, mimarlığa, Osmanlı’ya, hatta her şeye ilişkin her söylediğimiz bugünün tanımladığı tarihsel bağlamda söyleniyor. Bugün diyerek basitçe özetleyiveriyoruz ama aslında uzunca bir tarihsel aralıkta konuşuyoruz. Dolayısıyla ben 16. yüzyılı ve Sinan mimarlığını olduğu kadar, bugün tarihini yazdığımız, üzerine düşler kurduğumuz bugünkü Mimar Sinan’ı da anlatmaya uğraşıyorum.’’ sözleriyle kitabı diğer Mimar Sinan incelemelerinden ayıran farklara değindi.    

‘’Elimizden Alınıverecekmiş Gibi Bir Korkuyla Yaklaşıyoruz’’

Mimar Sinan üzerine konuşmaya başladığı yıllardan itibaren karşılaştığı tepkilerin kitabın yazılmasında itici güç olduğunu ifade eden Tanyeli, ‘’Yazdıklarımı ve söylediklerimi anlamayanlara, daha fazla da anlamak istemeyenlere çok şey borçluyum. Henüz doçentlik başvurusu yaptığım dönemde bir jüri üyesinden “Sinan konusunda yazdıklarının öğrencilere aktarılması sakıncalıdır” diye bir rapor almıştım. Böyle tepkiler tabii ki ciddi bir motivasyon oldu. Çünkü tam da o anlamaya direnme meselesini dert edindim. Sinan konusunu neden olağan bir tarih yazım sorunsalı olarak sükunetle tartışamıyoruz, sanki o elimizden alınıverecekmiş gibi bir korkuyla yaklaşıyoruz, değerinden veya öneminden bir şey yitirecek sanıyoruz’’ diyerek değerlendirmelerini sürdürdü.  

‘’Tarih, O Kadar Sıcaktır Ki Çıplak Elle Dokunmamak Gerekir’’

Türkiye’de akademik tarihçiliğin dar alanı dışında genel eğilimin neredeyse tüm tarihsel kişilikleri ikonikleştirmek olduğuna dikkat çeken Tanyeli, ‘’Onları karton kişiliklere dönüştürmenin çok yaygın olduğu aşikar. Örneğin, Babinger kitabında Fatih’i zaaflarıyla da anlatmaya çabalayabilmişti. Biz tam bu noktada zorlanıyoruz. Tarihsel kişilikler popüler kültürde bir kez ikona dönüştü mü artık onlar hakkında ciddiye alınabilir metin yazmak çok zor oluyor. Çünkü tarih, metaforik olarak o kadar sıcaktır ki çıplak elle dokunmamak, üfleyerek tutmak gerekir. Türkiye’de yaygın yaklaşım geçmişi sanki içinde yaşamışçasına bilme inancıdır. Kanuni’yi, Barbaros’u, Sinan’ı, 2. Abdülhamit’i adeta gözümüzle görmüş ve tanımış olduğumuz kişilikler gibi düşünüp asla toz kondurmuyoruz. Oysa onların bizim korumamıza, himayemize, övgülerimize veya yergilerimize ihtiyaçları yok. Kapanmış ve bir daha yinelenemeyecek çağların insanları onlar.’’ sözleriyle tarih yazımını yeterli bilinç seviyesine getirmenin önemine vurgu yaptı.

‘’Bugünün Dünyasındaki Yerimizi Küçümsüyoruz.’’

Yaşadığımız dönemle ilgili aşmamız gereken sorunlar olduğunu belirten Prof. Dr. Uğur Tanyeli, ‘’Bizim problemimiz dünle değil, bugünle. Bugünün dünyasındaki yerimizi küçümsüyoruz. İçimizdeki ve yakın çevremizdeki dış meselelere bile hızlı ve kesin çözümler üretemediğimiz için kahroluyoruz. O yüzden 16. yüzyıl Osmanlısı’nın “vurduğu zaman ses getiren” gücünü düşünüp bugünün dertlerine gerçekçi yaklaşma imkanlarımızı tahrip ediyoruz. Ama bugünden memnun olmadıkça, geçmişi de anlama şansını yitiriyoruz. Bu dün bugün denklemi kuşkusuz yanlış. Yüzyıllar öncesiyle bugün karşılaştırılamaz.’’ dedi.

‘’Nostalji Yaşanmamış Bir Zamanı Özlemektir.’’

Tarihin çok yaygın inancın aksine yaratıcı ve üretken bir disiplin olduğunun altını çizen Tanyeli, ‘’Kimseye öğüt verip doğru yol gösterecek halim yok. Ancak yapılması gereken yeni tarihsel açıklamalar üretmek, mevcut yazılmışları eleştirel bir gözle okumak, tarihin sürekli olarak yeni biçimlerde yazılabileceğine inanmaktır. Yazılmış olanlardan farklı tarihler yazılabilir ve yazılmaktadır da. Geçmişin tanımı sadece geçip gitmiş olmasıdır. Nostalji ise yaşanmamış bir yok-zamanı özlemektir. İşte o nostaljinin ürettiği asabiyet ortama egemen kaldıkça, tarihçilik işi zor bir zanaattır. Geçmişe sakin bir dille ve soğukkanlılıkla yaklaşmayı neredeyse imkansız kılan şey, o naif nostaljimiz.’’ dedi.


sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

Bir yanıt yazın