Dünyanın en büyük krizlerinden birinin yaşandığı 2020 yılında, küresel ekonomi zor bir dönemden geçti.
Ancak yaşanan tüm güçlüklere rağmen Türkiye, üçüncü çeyrekte yüzde 6,7’lik büyüme oranıyla G20 ve OECD ülkeleri arasında en hızlı büyüyen ülkelerden biri oldu.
Pandemide devreye alınan birçok tedbir ve destekle, ticarette geliştirdiğimiz yeni yöntemlerle, dijitalleşme hamlelerimizle ülkemizi dünyadan ayrıştıracak bu pozitif büyüme verisine ulaştık.
Sanal fuarlarımız, sanal ticaret heyetlerimiz sonucunda pek çok yeni iş birliğine imza attık.
Firmalarımız İspanya’dan Güney Afrika’ya kadar dünyanın birçok ülkesinden yabancı alıcılarla görüşerek, hem zamandan hem bütçeden tasarruf ederek, yıllardır toplayamadıkları kartvizitleri üç-dört günde topladı.
Bu kriz ortamında dünyanın en büyük katılımcı nüfusuna sahip ve gelişme potansiyeli en yüksek ülkelerinin RCEP anlaşmasıyla oluşturduğu serbest ticaret bloğu, bizim için büyük bir fırsat olabilir.
RCEP’e imza atan 15 ülkeden 3 tanesi ile STA’mız var ancak diğer ülkelerle de müzakereleri hızlandırmalıyız.
1980’li yıllardan beri İzmir’in “Serbest Şehir” ilan edilmesi çeşitli taraflar tarafından ısrarla dile getiriliyor. Artık İzmir’in potansiyelinin ve stratejik konumunun farkına varıp, harekete geçmeliyiz.
İzmir “Serbest Şehir” olduğu takdirde bu ülkelerin yatırımlarını çekeceği gibi, İzmir Limanları da RCEP ülkeleri için Batı’ya açılma kapısı olabilir. Bu da ülke ekonomisine ciddi oranda katkı sağlar.
Önümüzdeki süreçte yüksek hızlı büyüme değil, yüksek kaliteli sürdürülebilir bir ekonomik büyüme standardını yakalamalıyız.
Bunun için en başta bugün karşımızda yüzleşmemiz ve acilen önlem almamız gereken bir konu duruyor.
İklim krizi, küresel bir sorun ve küresel bir çözüm gerekli. Her yıl atmosfere 10 gigaton karbon salıyoruz. Bu da 27 bin Empire State binasına eşit.
İnsanlığın bir şansının olmasını istiyorsak küresel ekosistemi canlandırmalıyız. Geleceğimiz, doğayla yaşama tercihimize göre şekillenecek.
Yeni bir yön belirlememiz lazım. Dünya ticareti artık insan hakları, çevre, dijitalleşme üzerine şekilleniyor. Bütün ülkelerin iklim krizi ve dijitalleşme diplomasileri devam ediyor.
Dünya Ekonomik Forumu’nda, G20 zirvesinde, Çin’in 2021-2025 yıllarını kapsayacak olan 14. Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda, 173 devlet ve hükümet başkanının katıldığı online düzenlenen BM’nin kuruluşunun 75. yıldönümünde ve daha birçok önemli zirvede altı çizilen konular; sürdürülebilir kalkınma, çevre, insan hakları, teknoloji transferi kısacası “köklü yenilikler”.
Pandemi zaten ihtiyacımız olan daha adil, daha güvenli, daha şeffaf yeni bir ekonomik modelin ortaya çıkışına zemin hazırladı.
Bu değişimin yaşanacağını IMF Başkanı Kristalina Georgieva’nın “Bugün yeni bir Bretton Woods anındayız” sözlerinden ve Dünya Ekonomik Forumu’nun kurucusu Klaus Schwab’ın “Pandemi, dünyamızı yeniden tasarlamak ve yeniden başlatmak için bir fırsat sunuyor.” sözlerinden okuyabiliriz.
2020 yeni dünya düzeninin tohumuydu. O tohumun sonuçları 2021 ve sonraki yıllarda karşımıza çıkacak.
Dijitalleşme, blockchain teknolojisi hem dünya ekonomisinin hem iklim krizinin geleceği olabilir.
Her ülkeye ait bir karbon ayak izinin olacağı bir dönem bizi bekliyor. Sanayi altyapımız çok güçlü ancak dünya ticareti artık her ülkenin istediği gibi sanayi üretemeyeceği, ekolojik standartlara bağlı bir sürece giriyor.
Sürdürülebilir ekonomik büyüme, çevreci yaklaşım ve dijitalleşmeyle mümkün. Ülkemizin ekonomisiyle ilgili yapılacak düzenlemeler ve girişimler bu unsurlardan bağımsız planlanamaz.
Sanayi stratejimizde, orta ve uzun vadeli kalkınma planlarımızda iklim değişikliği, yeşil dönüşüm yatırımları, yenilenebilir enerji politikaları, temiz enerji teknolojileri, blockchain teknolojisi, dijitalleşme yer almalı.
Firmaların dijitalleşme oranı ne kadar fazlaysa cirosu bir o kadar artıyor. Blockchain teknolojisi marka değerini artırıyor.
Çünkü ürünlerin raflara gelene kadarki geçen tüm sürecini tüketici de gördüğü için bu şeffaflık, güvenilirliği de beraberinde getiriyor.
Aynı zamanda tedarik zinciri takibini kolaylaştırdığı için siparişten üretime kadar bütün süreçler kontrol altında ilerletiliyor.
Böylece atıklar minimize ediliyor, gıda israfı önleniyor, zaman ve kaynak tasarrufuyla imalat maliyetlerine etki ederek döngüsel ekonomiye direk katkı sağlıyor.
Blockchain teknolojisi, e-ticaretin yükselişi, dijital ödeme yöntemlerinin yaygınlaşmasıyla firmalarımızın her geçen gün artan rekabet ortamı içerisinde istikrarlı bir şekilde ilerleyebilmesi için de şart.
Dünyanın her yerinde, her saatinde hızlı destek verilmesini, dijital davranış verilerinden yararlanarak talep tahmininin iyileştirilmesini, böylece müşterilere en doğru ve kişiselleştirilmiş, ürünler ve hizmetler sunulmasını sağlıyor.
Döngüsel ekonomi yol haritası oluşturulmalı ve bu yol haritası inovasyon fonlarıyla desteklenmeli.
Finlandiya, döngüsel ekonomi uygulamasında öncü ve bu modele geçtiğinden beri yılda 2-3 milyar euro değer yaratıyor.
Ülkemizin geleceği, dünya ekonomisinin geleceği, ekonomik büyümede istikrarın sağlanması, yeniden dönüşümü esas alan döngüsel ekonomiyi güçlendirecek yeni sürdürülebilir bir eylem stratejisi ve bir reform paketiyle mümkündür.
Sadece ticaret de değil. Ulaşımdan, turizme kadar birçok sektörde, kendi yaşamımızı da değiştirecek, çevre ve blockchain teknolojisinin entegre edildiği girişimlere tanıklık etmeye başladık.
İsveç 2023’te dünyanın ilk nakitsiz toplumu olmayı hedefliyor. Artık dünyanın birçok ülkesinde otobüs biletleri, vergi ödemeleri kripto para ile gerçekleşiyor.
Bankalar sunduğu kredi kartlarıyla kullanıcılarının karbon ayak izini takip edebiliyor ve karbon emisyon bütçesini aştıklarında kartlarını bloke ediyor.
Turizm de artık buna göre şekil alıyor. Müşterilerin karbon ayak iziyle doğru orantılı para ödemesi gerçekleştireceği ekolojik oteller kuruluyor.
Türkiye’nin çok güçlü ama tam anlamıyla kullanılmayan yönleri var. Örneğin pandemide sağlık sistemi ve ekipmanlarının yeterliliği, ürün ve hizmetlere erişebilme yönümüzle çok iyi bir kriz yönetimi sergiledik.
Dünyada teknolojiyi satın alma ve kullanma oranı en yüksek olan ülkelerden biriyiz. OECD’nin 2019 raporuna göre internet, mobil internet ve sosyal medyada günlük ortalama geçirilen saate bakıldığında üçüncü sıradayız.
Ama teknoloji üretmede gerideyiz. Bizim avantajımız adaptasyonumuzun yüksek olması. OECD ülkeleri içerisinde Ar-Ge için ayırdığımız bütçeyle diğer birçok üye ülkenin gerisindeyiz.
Özellikle teknoloji altyapı alanlarında gençleri gözeten yatırım programları oluşturabiliriz. Ekonomi, hukuk ve demokraside başlattığımız seferberliğe dijitalleşme, inovasyon ve iklim seferberliğini de eklemeliyiz.
Toplum 5.0, kaynakların akılcı yöntemlerle kullanıldığı, gelecek nesillerin hak ve yararlarını gözeten faydacı etik ilkelerine uygun bir yaşam kalitesini odağına alır.
Ülke ekonomisini ileriye taşıyacak hamleler yapmak tüm siyasi ve ekonomik aktörlerin ortak sorumluluğudur.
Günümüzde tartışmaların merkezinde artık şu sorular yer almalı;
Yeşil yeni düzende üretim ve bilişim teknolojileri, hızla gelişirken dijitalleşme ve çevre politikamız yeterli mi? Türkiye’nin bu sürece katılması ve uzun ömürlü pozisyon alması için Ar-Ge harcamalarını ne kadar artırması gerekiyor? Artırırsa bu ülkelerle rekabet etmek için yeterli olacak mı? İnovasyon ve katma değeri yüksek ürün Ar-Ge’ye destek verildiği takdirde gelişmez mi? Döngüsel ekonomi zaten bir sistem inovasyonu değil mi?
Jak Eskinazi
Ege İhracatçı Birlikleri Koordinatör Başkanı
sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.