Sabancı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Güler Sabancı, TUSİAD tarafından gerçekleştirilen ?Çalışma Hayatında Kadın? konferansında konuşma yaptı. Ana tema konuşmacısı olarak toplantıda söz alan Sabancı, şunları kaydetti:

?Bugün Derneğimizin 69 tane kadın üyesi var. Bu, toplam üye sayımızın yüzde 12’si demek oluyor. 1984’te TÜSİAD’ın ilk kadın üyesi ben olmuştum. Yavaş yavaş da olsa, bu rakamın artması sevindirici.

Geçenlerde Google çok enteresan bir aplikasyon yayınladı. Tarih boyunca yayınlanmış bütün kitaplarda iki ayrı kelimenin ne kadar sıklıkla kullanıldığına bakabiliyorsunuz. Böylece de, nesillere göre trendleri görebiliyor, Almanca tabiriyle zeitgeist’ı (zaytgayst’ı) analiz edebiliyorsunuz. Erkek ve Kadın kelimelerini arattığımızda, İngilizce kadın kelimesinin 1800’lerin başına kadar ne kadar az kullanıldığını görünce şaşıyorsunuz. İş ve kadın kelimelerini arattığınızdaysa, kadın kelimesinin sadece 1900’lerin başında, işle birlikte anılmaya başladığını görüyorsunuz. Yani, rahmetli Duygu Asena’nın dediği gibi, çok yakın zamana kadar kadının gerçekten adı yok.

Tüm dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de kadının işgücü piyasasıyla tanışması, emek piyasasında yaşanan gelişmeler ya da ekonomi kaynaklı faktörlerden değil, tam aksine bir zorunluluk sonucu olmuştur. Kadınların işgücüne katılımı Dünya Savaşları sırasında artmıştır. Bununla birlikte, savaş sonrası erkeklerin terhis olmasıyla, kadınların büyük kısmı yine geleneksel yaşamlarına geri dönmüşlerdir.

Geçenlerde Heidelberg Üniversitesinde?ydim. 14. Yüzyılda kurulan üniversite, ilk kız öğrencilerini 19. Yüzyılın sonunda almış. Bizde de, kızlar için ilk yüksek öğretim kurumu, 1914 yılında ‘İnas Darülfünunu’ adı altında açılmış. 1922’de de yedi kız öğrenci, Tıp Fakültesi’ne kayıt olmuş. Buraya kadar baktığımızda, Türkiye’de kadının iş gücüne katılması, sosyal ve çalışma haklarını kazanması, toplumdaki doğal yerini alması, dış dünyayla genel olarak paralel gelişmiştir. Hatta bazı ülkelere göre, Türkiye’deki kadın haklarının geçen yüzyılın ilk yarısındaki gelişimi, birçok Avrupa ülkesinden hızlı meydana gelmiştir.

Şüphesizdir ki, bu gelişme Atatürk ve devrimlerinin sayesinde gerçekleşmiştir. Türkiye’de kadın, gerçek anlamda 1950’lerden sonra, göçün getirdiği kentleşme sonucunda işgücü piyasası içinde yer almaya başlamıştır. Zaman içinde kadınların işgücü piyasasındaki konumları ve çalışma biçimleri de değişime uğramıştır. Bu değişimin sektörel açıdan nasıl olduğu önemli bir konudur. Çünkü bir ülkedeki istihdamın sektörel ve cinsiyete bağlı dağılımı o ülkenin kalkınmışlık düzeyinin önemli bir göstergesidir. Sanayileşme ile birlikte istihdam, tarım sektöründe azalırken tarım dışı sektörlerde, istenen düzeyde olmasa da sanayi ve hizmet sektöründe artış göstermektedir.

Ulaşılan nokta maalesef çok iç açıcı değildir. Ancak hep beraber çözüm yollarını aramamız ve moralimizi bozmadan çalışmamız gerekmektedir. Öncelikle, kadınların siyasette ve ekonomide etkilerini artırmalıyız.

Kadınlar için istihdamda, sosyal ve siyasal konularda yapılması gereken daha çok işimiz var. Önümüzde bir seçim süreci var. Siyasi partilerimizin bu konuda duyarlılık göstermeleri gerekiyor. Partilerimizin kadın kolları bu konuda istekliler. Çok çalışıyorlar. Liderler de onlara destek olmalılar.

Ben, inanıyorum ki, kamu oyunun desteğiyle, geçen gün Meral Tamer’in de yazdığı gibi, önümüzdeki genel seçimleri kadınlar için bir fırsata çevirebilirsek, parlamentoda daha çok kadın yer alırsa, kadınların sorunlarına daha duyarlı bir parlamento oluşursa, ülkemiz, daha demokratik ve daha zengin bir ülke olma yolunda çok büyük bir ivme kazanacaktır!

Son yıllarda ülkemizde vakıflar, sivil toplum örgütleri, üniversiteler ve birçok gönüllü kuruluşlar, kadınlarımızın daha etkin ve katılımcı olmalarını sağlayacak projelerde çalışıyorlar. Bugün aranızda çoğunuzun görev yaptığı KAGİDER’in kadın girişimciliğiyla ilgili değerli çalışmalarını kutlamak istiyorum. Kadın girişimcilere verdikleri destekler, düzenledikleri programlar, yaptıkları araştırmalar, sadece kadınlara değil, tüm Türkiye’ye fayda sağlıyor. Zaten tüm bu yapılanlara, sadece kadınlar için yapılıyor diye bakmamak lazım. En öncelikle düzeltilmesi gereken bu bakış açısıdır.

Kadınlarımızın gelişmesi, toplumda hak ettikleri yeri almaları ve bunun sağlayacağı faydanın iyi anlatılması lazım. Bu, hepimizin görevi. Bugün de bunun için yapılan bir toplantıdayız.

Bu anlayışla, Sabancı Vakfı olarak, tüm Birleşmiş Milletler ajanslarının, İçişleri Bakanlığı’nın, ve Sabancı Üniversitesi’nin birlikte yürüttüğü, ?Kadınların ve Kız Çocuklarının İnsan Haklarının Korunması ve Geliştirilmesi Ortak Programı? adlı bir çalışmamız var. Türkiye’nin altı ilinde?Türkiye’deki kadınların ve kızların insan hakları konusunda bilinçlendirilmeleri, kanunlarla düzenlenmiş eşitlik hakları konusunda farkındalık yaratmanın her şeyin başlangıcı olduğuna inanıyoruz.

Biz Sabancı Vakfı?nda odak noktamızı, kadınlar, engelliler ve gençler olarak tespit ettik. Birlikte çalıştığımız sivil toplum örgütleri, odaklanmış projeleriyle, iğneyle kuyu kazar gibi ama yılmadan başarılı sonuçlara ulaşıyorlar. Örneğin, yeniden okula kazandırılan kız çocukları, geleceğe umutla bakan, gayretle her şeye uzanan anneler, telefon kullanmadan, bilgisayar kursuna gelen kadınlarımız. Bu çalışmada yerel yönetimlerle işbirliği yapıyoruz. Bu çalışmanın sonunda tüm valilikler ve belediyelerde, kadın eşitlik masaları oluşturuldu. Ve kadın sivil toplum kuruluşları, bu eşitlik masalarına sahip çıkıyorlar. Bu bölgelerde, kadın sivil toplum kuruluşu sayılarında, önemli artışlar oldu. Yeterli mi? Hayır!

Daha çok çalışmamız lazım. Ancak proje yapmayı, takip etmeyi, sonuçları ölçmeyi öğreniyoruz. Kadınların ve kız çocuklarının insan haklarının korunması ve geliştirilmesinde ilerleme sağlanabilmesi için, o bölgedeki yerel yöneticilerin, erkeklerin de eğitilmeleri ve sahip çıkmaları gerekiyor.

Birçok projede erkeklere de direkt, indirekt toplumsal cinsiyet eğitimi veriliyor. Bu ve benzeri çalışmaların, tüm Türkiye’de yaygınlaştırılması lazım. Sizlerden ricam, hepimiz ülkemizde seyahat ediyoruz. Her gittiğimiz ilde, valiliklerde kurulmuş olan yerel eşitlik birimlerini ziyaret edip Sabancı Vakfı’na geri bildirimde bulunursanız, çalışmalarımıza ışık tutarsınız.

Buradan şuna gelmek istiyorum: Her şey çok kötü, felaket diye ağlayıp dövünmek, bizim gibi iş dünyasındaki insanlara çok da uygun bir davranış biçimi değil. Yapılan iyi örneklerden cesaret almalıyız ve bu örnekleri daha da çoğaltmalıyız. Yapılanları takdir etmeliyiz, yapılmayanlara da dikkat çekmeliyiz, takip etmeliyiz. Bunlar hepimizin görevi!

Biraz da kurumsal hayattan bahsedersek?
Türkiye’de 1980’den itibaren kadınların çalışma hayatına girişi yoğunlaştı. Son 20 yıl içinde ise iş hayatında kadınların yalnızca sayılarının ve oranlarının artmasıyla kalmayıp, organizasyonlardaki pozisyonlarının da yükselmeye başladığını görüyoruz. Bir zamanlar, ?erkekler dünyası? olarak bilinen iş hayatında kadınların varolabilmeleri için ?erkek gibi? olmaları beklenirken; artık kadınlığının bilincinde olan ve o bilinç, donanım ve farklılıkların gücüyle yükselen kadınlar dikkat çekiyor. En son yaşadığımız kriz de göstermiştir ki, erkeklerin risk alma veya ölesiye rekabet gibi özellikleri felakete yol açabilir.

Finansal krizden önce de birçok başarılı şirket, ataerkil hiyerarşilerin yerine, işbirliği ve network kurma gibi global dünyanın gerektirdiği yönetim biçimlerine önem vermeye başlamıştı. Bu gibi özelliklerde kadınlar doğuştan avantajlıdır. Çünkü, daha çok kadınlara ait olduğu düşünülen yüksek risk almama ve empati gibi özellikler, krizleri önlemede etkili olurlar.

Kadınların daha az risk alan, daha hassas, empati duyabilen doğaları, çalışanları anlamanın, müşteriyi anlamanın olmazsa olmazlarıdır. Ama risk almama demek, gelişime, ilerlemeye tamamen kapalı olmak anlamına da gelmez. Kadınlar acele etmez. Düşünürler, sorarlar, danışırlar, empati kurarlar ve ancak ondan sonra harekete geçerler. Daha az agresiftirler ama daha çok işbirlikçidirler. Daha az rekabetçidirler ama ortaklığa daha çok önem verirler. Daha az güç odaklıdırlar ama daha çok grup çalışmasına yakındırlar. Bu tespitler sadece bana ait değil, akademik çalışmalar, İnsan Kaynakları incelemeleri de bunları göstermektedir. İşte basiretli bir yönetimin başarısı, bu farklı yetkinlikleri farklı işlerde, iyi kullanabilmesinden geçer.

Burada çoğunuz rahmetli Sakıp Sabancı’yı tanımıştır. İş hayatımda benim için en büyük destek, mentorum, amcam Sakıp Bey’di. Sakıp Bey, başarılı bir liderdi ve başarılı olmayı iyi öğretirdi. Bana derdi ki, ?kızım, ben sana sadece kapıyı açabilirim. İçeri girmek, orada kalmak, başarılı olmak sana kalmış.?İşte burada iş dünyasındaki tüm erkeklere, tüm iş adamlarına sesleniyorum: ?Açın kapıları!?

Kadınlar başarılı değillerse, erkekler de başarılı olamaz. Başarıyı istiyorsanız, fırsat verin kadınlara, açın kapıları!

Sözlerime son vermeden önce, iş hayatındaki kadınlara birkaç önerim var. Birincisi: Pes etmeyin. Yılmak yok! İş hayatı zordur, kadınlar için daha da zordur. Bunu böyle kabul edin. Çalışın ve sabredin. Sebat edin. Yerinizde sıkı durun. İkincisi: İnsanlara uzanın. Yardım isteyin. Akıl isteyin. Danışın. Soru sorun. Bundan çekinmeyin çünkü önemli olan doğru sonuca ulaşmaktır. Üçüncüsü: En zor şartlarda bile, zorlansanız da, sıkılsanız da, dişlerinizi sıkıp, gülümsemeye devam edin!?


sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

Bir yanıt yazın