Cem Polatoğlu

Özkan Altıntaş ağabeyimiz, 48 senelik aşkı Bahar ablamızı toprağa verdi. Son senelerde ağırlaşan hastalığı döneminde, ona sevgiyle, aşkla şiirler okuyup, şarkılar söyleyerek, eliyle yemekler yapıp yedirerek, adeta pamuklar içerisinde, bebekler gibi baktı. İmkanı olmasına rağmen onu bir dakika bile kimselere bırakamadı, gönlü el vermedi.

Peki bu konunun başlıkla alakası var mı? Anlatayım ;

Olay Özkan Ağabeyimi, bir ameliyatı sonrası evinde ziyaretimle başladı. Onların birbirlerine olan aşklarını, davranışlarını, bakışlarını görünce, kendi mutsuz, sorunlu, kısa ilişkilerimi, evliliklerimi düşündüm. Hep mi karşı taraf suçluydu? Eğer değilse, ben nerede hata yapmıştım? 

Çünkü şu döngülerden kurtulamıyordum; Aşık oluyorsun, hayat sana güzel. Evleniyorsun. 3 ay sonra enerjin dibe vuruyor. Hayat sana cehennem. Aynı kadın, aynı yüz, aynı muhabbet ve aynı, rutin kavgalar. Uzun sessizlikler, yok saymalar, boş vermeler. Çocuk hatırı, aile, çevre baskısı ile top sektirmeler… Sonra? Sonra ayrılık ve “önümüze bakalım” süreci…

Sonra? Yine aşık oluyorsun, evleniyorsun… Ve aynı şeyler, yine “önümüze bakalım” süreci…

Tekrar aşık oluyorsun… Önümüze bakalım…

Bu böyle gider. Ben 3. kez yaşadım bütün bu Dejavu’ları. 33 de olsa kural değişmiyor. Tanış, aşık ol, cennettesin, evlen, sıkıl, cehennemdesin. Travmalar ve boşanma süreci. Tanış, aşık ol, evlen, sıkıl, boşan, gelsin travmalar.

İşte yine böyle, “önümüze bakalım” dediğim günlerde Özkan Ağabeyimin evine gittim. Davetlerde birkaç kez karşılaştığım Bahar ablam, kocasına ve bana hizmet için çırpınıyor. Yemekler, çaylar, kurabiyeler, kahveler vs. Elleriyle yediriyor kocasına yemeğini. Dedim “Özkan ağabey, nedir bu aşkın, sevginin sırrı?” ; Dedi “Aşk biter ama sevgi bitmeyebilir. Sana bağlı. Ama o da emek ister. Yoksa evliliği, ilişkiyi yüz kere bitirir, yüz kere yenisine başlarsın”.

Özkan ağabeyim, bana eşinin en sevdiği hobilerinden, yemeklerden, çiçeklerden, renklerden bahsediyor. Bahar şunu sever, Bahar buna bayılır vs. Kısaca müthiş bir uyum, özveri ve ilişkideki zerafet. “Emek vermen lazım. Meyvesi mutluluktur. Sen tüccar adamsın. Senin lisanınla konuşayım. 1 koyarsın 3 alırsın sevgide. Dene ve gör”

Sonra bana sormaya başladı?

–       Eşin hangi tür filmlerden hoşlanır?

+ Aşk-meşk ağabey. Hiç hoşlanmam.

–       Peki, paylaşmak adına, hiç onun sevdiği filme beraber gittin mi?
+ Yo hayır ağabey. Neden ki?

–       Peki, eşinin en sevdiği çiçek? Bilmem. Gül olabilir mi? En sevdiği renk? Bilmem, mavi olabilir mi?. En son okuduğu kitap? Ne bilim ağabey. En son ne zaman dışarıda buluştunuz, beraber yürüyüş yaptınız, bir kafede muhabbet ettiniz?

+ Ya, ağabey ya. Yemeğe, tatile çıkıyoruz işte arada bir çoluk çocuk. Daha ne olsun.

–       Özel günler hariç, en son ona ne zaman ve nasıl bir hediye aldın?
+ Ütü..? Sayılmaz mı? İnsafsızsın ağabey. Zaten senede 40 tane özel gün var kadınlar için. Bir de ara gazı mı vereceğiz…

–       Yemek yapar mısın? Evet. Eşine özel, sadece onun sevdiği bir yemek yapar mısın? O niye ağabey? Hep beraber yiyebileceğimiz bir yemek olsa daha iyi değil mi? 

Benim için ilişkide taktik; “NEREDE TRAK, ORADA BIRAK”

Sorular artıp cevaplar olumsuz olunca bir an düşündüm. Belki de Özkan ağabey haklı. Ben hiç emek harcamamışım ilişkilerime. Taktik falan da yok. Bam bam bam. Nerde trak orda bırak. Ben karımın en sevdiği rengi bile doğru dürüst bilmiyorum. Bir kere bile onun sevdiği türde filme gitmemişim. Ona özel yemek yapmamışım, doğum günleri dışında sürpriz de… Ben pek emek vermemişim ki birlikteliklerime. Ne şimdi ne önceki ilişkilerime.

Eve döndüm. İlk işim televizyon karşısında oturan karıma bir kahve yapmak oldu. Şaşırdı. Altında bir bit yeniği aradı. Hatta, “Yine ne istiyorsun” dedi? Dedim “Sevgi”. Yüz ifadesi değişti, adeta dumura uğradı. Toparlanamadı bir müddet. Birkaç gün benzeri jestleri tekrarladım. Kahveler, pastalar, kekler, hediyeler, çiçekler. Sinemalar, cafe’ye, tiyatroya gitmeler, baş başa yemekler, ufak tatiller…

1 VERDİM, 5 ALDIM…

Geri dönüş başladı. Balık alıp geliyorum dediğimde, evliliğimiz boyunca sadece misafire çıkan çeyizi, Herend marka tabaklar, Moser kristal bardaklar, Christofle gümüş çatal, bıçaklar sofradaydı. Masayı aydınlatan mumlar, süslü taşlar, soğutulmuş iyi bir şarap veya sevdiğim rakı da… Meğer bizim ne çok konuşacak konularımız, ortak zevklerimiz varmış, Benim bilmediğim hobilerini paylaşmaya başladık, okuduğumuz kitapları birbirimize anlattık, yaşlanınca neler yapabileceğimizi de. Artık eve ayaklarım geri geri gitmiyor. İşimi bitirsem de gitsem, beraber bir film, bir dizi seyretsek, baş başa bir restorana gitsek diye gözüm hep saatimde. Yani Özkan ağabeyimin deyimiyle 1 verdim, 3 değil 5 aldım…

İşte, bana ilham olan bu aşkın başrol oyuncusu Bahar ablamızı maalesef geçtiğimiz günlerde toprağa verdik. “Bir aşkın sonu böyle bitti” diye yazmayacağım. Çünkü Özkan ağabeyin Bahar hanıma aşkının hiç bitmeyeceğini, ömrünün sonuna kadar onu aynı aşkla sevmeye devam edeceğini gözlerinde gördüm. O sevgi, o aşk sonsuza kadar gider. O gün anladım ki Bahar ablam hiç ölmemiş

Böyle bir aşk, sevmesini bilen, aşka, sevgiye emek veren herkesin başına…


sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

Bir yanıt yazın