Türk lirasının dolar karşısındaki değer kaybı yılbaşından bu yana yüzde 28’i aşarken, ABD ile yaşanan yaptırım krizi ile birlikte yalnızca son bir hafta içindeki değer kaybı ise yüzde 5’e ulaştı. 2010 yılının başlarında “1 Dolar, 1 TL olur mu?” tartışmalarının yapıldığı Türkiye’de, bugün ise 1 doların 7-8 TL’ye ulaşabileceği endişesi hakim. Beş soruda TL’deki düşüşün nedenleri:

Türk Lirası neden değer kaybediyor?

Ağustos 2013’te 1,90 seviyelerinde olan dolar kuru, son 5 yıldır istikrarlı bir biçimde yükseliyor. Türk lirasını gelişmekte olan ülke paraları içerisinde “en çok değer kaybeden para birimi” haline getiren bu sürece etki eden pek çok faktör var. Bunlar içerisinde Arap Baharı’ndan Türkiye’nin AB’den uzaklaşmasına, çözüm sürecinin sona ermesinden 15 Temmuz darbe girişimine kadar Türkiye’yi olumsuz etkileyen pek çok siyasi ve diplomatik olayı saymak mümkün. Bununla birlikte ekonomide cari açık ve vergi sistemi gibi bir türlü çözülemeyen yapısal sorunlar, Türk Lirası’nı giderek daha kırılgan hale getirdi. En son mayıs ayında açıklanan Türkiye’nin cari açığı son 12 ayda 57 milyar 637 milyon dolara çıktı. Bu dönemde uluslararası doğrudan yatırımların girişinde de büyük azalma oldu. 2017’de uluslararası doğrudan yatırımlar yüzde 19 azalırken, 2018’in ilk 6 ayında ise yüzde 20’yi aştı. Türkiye’nin tüketerek ve dış borç ile büyüyen ekonomisi, son dönemde çift hanelere çıkan enflasyon ile alarm vermeye başladı. Temmuz ayında enflasyon yıllık yüzde 15,85’e ulaştı. Enflasyondaki bozulmaya karşı tepki vermekte geciken Merkez Bankası’nın kademeli olarak gerçekleştirdiği 500 baz puanlık faiz artışı da doların ateşini söndürmeye yetmedi. ABD ile uzun zamandır yaşanan diplomatik gerilimin son günlerde Rahip Brunson olayı ile “yaptırım krizi”ne dönüşmesi ve ABD’nin İran’a ambargoyu yeniden başlatması da Türk Lirası’nın tarihi düşük seviyelere gerilemesine neden oldu.

Merkez Bankası’nın faiz artırımları neden işe yaramadı?

Merkez Bankası Haziran başında gerçekleştirilen son faiz artırımı ile birlikte 45 gün içinde faizi 500 baz puan artırarak toplamda 12,75’den 17,75’e çıkardı. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 24 Haziran seçimleri öncesinde gerçekleştirdiği Londra ziyaretinde uluslararası yatırımcılara “ekonomiyi ben yöneteceğim” mesajı vermesi sonrasında yükselişine hız veren Dolar kuru, faiz artırımlarına karşın kayda değer bir gerileme yaşamadı. Seçim sonrasında Türkiye’nin Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçilmesiyle birlikte, kabinenin tamamen Saray’a bağlanması ve ekonomi yönetimine Mehmet Şimşek yerine Erdoğan’ın damadı Berat Albayrak’ın getirilmesi, piyasalarda soru işaretlerine neden oldu. Dış politikada artan gerilim ve faiz artırımı beklentisine karşın Temmuz ayı Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısında faiz artırımına gitmeyen Merkez Bankası, piyasalarda ciddi bir güven kaybına yol açtı ve önceki faiz artırımlarının da etkisini sıfırlamış oldu.

ABD-Türkiye gerginliğinin döviz kurlarındaki etkisi ne?

ABD Başkanı Donald Trump’ın göreve geldiği günden bu yana küresel çapta pek çok kriz yaratan söylem ve uygulamaları, uluslararası piyasalarda sert hareketlere neden oldu. Borsalarda rekor kayıplar, döviz kurlarında hızlı yükselişler görüldü ve görülmeye devam ediyor. Türkiye’nin son yıllarda ABD ile yaşadığı krizler, iki ülke arasındaki “stratejik ortaklık” ruhuna ağır darbe vurdu. 15 Temmuz darbe girişiminden Fethullah Gülen’in iadesine, PYD-YPG ilişkilerinden Halkbank davasına kadar hemen hemen her konuda ABD ile Türkiye, diplomatik bir çatışmaya girdi. Her diplomatik gerilim de Türk Lirası üzerinde baskıya yol açtı. Bununla birlikte Amerikan Merkez Bankası Fed’in bu yıl için 4 faiz artırımına gideceği beklentisi de Dolar’ı küresel ölçekte güçlendiren bir etki yarattı. Son olarak 2016’dan beri tutuklu bulunan Rahip Brunson’ın serbest bırakılmasını isteyen Trump yönetimi, Adalet Bakanı Abdulhamit Gül ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu hakkında yaptırım kararı alarak ABD-Türkiye ilişkilerinde eşi görülmemiş bir adım attı. Böylelikle zaten son dönemde yaşanan krizler nedeniyle giderek zayıflayan TL’nin dolar karşısındaki değeri, ABD yaptırımlarının ilk kez gündeme geldiği 26 Temmuz’a göre son 9 iş gününde yüzde 8,1 aşan oranda eridi.

ABD’den gelebilecek olası yaptırımlar ekonomiyi nasıl etkiler?

Küresel Magnitsky Yasası kapsamında tanınan yetkiler uyarınca ABD’nin Gül ve Soylu için aldığı ABD’deki mal varlıklarına el konulması ve faiz gelirlerinin dondurulması kararı, Türkiye ekonomisini doğrudan etkileyecek bir yaptırım değil. Ancak önümüzdeki dönemde Rahip Brunson krizinin çözülememesi halinde, ABD’nin bir dizi yeni ekonomik yaptırım uygulaması ihtimali bulunuyor. ABD’nin Türkiye’ye yönelik, daha önce Rus şirketlere ve işadamlarına uygulanan yaptırımlara benzer yaptırımlar uygulaması halinde, Türkiye’de ekonomik parametrelerdeki bozulmanın hızla artması kaçınılmaz. ABD ile Türkiye arasındaki ekonomik ilişkilere bakıldığında, 2017 yılında 20 milyar doları aşkın bir ticaret hacmine ulaşıldığı görülüyor. Türkiye bu ticarette 3,3 milyar dolarlık açık veriyor. Türkiye’den pek çok şirket ABD pazarında faaliyet gösterirken, yüzlerce ABD firması da Türkiye’de iş yapıyor. Dolayısıyla İran ambargosu ile birlikte Türk şirketlere uygulanması muhtemel yaptırımlar milyarlarca dolarlık ticareti tehdit ederken, piyasalarda Türkiye ekonomisine olan güveni daha da sarsacak.

Yüksek enflasyon, yüksek kur ve faiz sürecinin sonu ne olur?

Kurda tarihi seviyeler ve enflasyonda yükseliş trendinin devam etmesi halinde, Türkiye açısından en korkulan senaryo hem bankacılık sektörünü hem de reel sektörü içine alan bir “kredi krizi” yaşanması ihtimali. Zira Türk şirketlerinin yurt dışı kaynaklı borçları, artan döviz kurları ile birlikte çok ağır bir yüke dönüşmüş durumda. Merkez Bankası’nın verilerine göre, Türkiye’de şirketlerin toplam dış borçları, yılın ilk beş aylık döneminde 2,33 milyar dolar artışla 242,5 milyar dolara yükseldi. Dolar kurundaki her 1 kuruşluk artışın, toplam dış borç miktarını 4,2 milyar TL artırdığı hesabı yapılıyor. Şirketlerin yüksek faiz nedeniyle yeni yatırım yapmadığı, yüksek enflasyon nedeni ile üretim maliyetlerinin yükseldiği ve tüketici talebinin düştüğü böyle bir ortamda, Türkiye’nin yakın dönemde yakaladığı yüzde 7,4’lük büyüme başarısını sürdürmesi mümkün görünmüyor. Bu nedenle büyümede ciddi bir yavaşlama ile birlikte, kurdaki yükselişin kredi krizine dönüşmesi halinde, acil kaynak bulması gereken Türkiye’nin yıllar sonra yeniden Uluslararası Para Fonu (IMF) ile masaya oturması gündeme gelebilir.

Aram Ekin Duran / İstanbul

 


sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

Bir yanıt yazın