Türkiye İş Bankası Genel Müdürü Adnan Bali, bankanın 93. kuruluş yıldönümü dolayısıyla yaptığı açıklamada, Cumhuriyet’ten bir yıl sonra Gazi Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulan İş Bankası’nın bir asra yaklaşan tarihinin “müthiş bir başarı hikâyesi” olduğunu belirtti. Kurulduğundan bu yana hem yaygınlaşma hem büyüme anlamında son derece başarılı bir performans sergileyen İş Bankası’nın sadece bankacılık alanında fonksiyon yüklenmediğini, sanayileşme hamlesinde, kültürel gelişmede, sosyal sorumluluk alanında çok ciddi değerler yarattığını ve yaratmaya devam edeceğini söyledi.

İş Bankası’nın bugün 340 milyar TL’nin üzerinde bir bilanço, 40 milyar TL’lik özkaynak büyüklüğüne ulaştığını dile getiren Bali, “Bunlar geniş kesimlere dokunan, yaygın mahiyette çok önemli rakamlar… Bizim değişik bir iş anlayışımız, bir iş yapma tarzımız var. Aslında aynı insanlar gibi kurumların da bir huyu, tarzı vardır. Bizim DNA’mız, huyumuz, tarzımız da Türkiye’nin Bankası olarak güçlü mali yapımızı ekonomimizin doğrusuna kullanmak… 93 yıldır bu şekilde çalışarak bugünlere geldik” diye konuştu. Adnan Bali, İş Bankası’nın gerek hane halkına gerekse ekonomiye istihdam ve katma değer yaratan sektörlere kesintisiz finansman desteğini sürdürdüğünü belirterek, “Bütün teşkilatımız, sahadaki tüm arkadaşlarım el birliğiyle, imece usulüyle diyebileceğimiz bir çalışmayla, Türkiye’nin bu zor dönemlerinde muhataplarımıza da yapıcı yaklaşım göstermek suretiyle bu bankaya layık çok iyi bir performans sergiledi. Bundan gurur duyuyorum” dedi.

Hedeflerimizi ilk yarıda büyük ölçüde aştık ya da gerçekleştirdik

Yakın dönemde ilk yarı finansal sonuçlarını açıkladıklarını hatırlatan Bali, şöyle devam etti: “2017 yılı iş programımızda belirlediğimiz hedefleri ilk yarıda büyük ölçüde aştık ya da gerçekleştirdik. Yüzde 14’ün üzerinde bir sermaye yeterlilik rasyosu hedefliyorduk. Şimdi yüzde 16,5 gibi gayet iyi bir noktada ilk yarıyı kapattık. Yine 2017 yılı için yüzde 12-13 bandında bir kredi büyümesi, yüzde 14-15 bandında da bir mevduat büyümesi öngörmüştük. Haziran sonu itibarıyla kredilerde yaklaşık yüzde 10, mevduatta da yüzde 8 düzeyinde bir büyüme kaydettik. Dolayısıyla öngördüğümüz büyümenin büyük bölümünü ilk yarıda gerçekleştirmiş durumdayız.”

Bankanın aktif kalitesi açısından da olumlu ayrışmasını sürdürdüğünün altını çizen Bali, sorunlu kredilerin toplam kredilere oranında yüzde 2,4 gibi sektör ortalamasının önemli ölçüde altında bir seviyeyi koruduklarını vurguladı.

Uluslararası piyasalardan kaynak sağlama konusuna da değinen Bali, “Darbe girişiminden sonra zamanlaması ve maliyetleri anlamında banka ve ülke için son derece değerli yurtdışı ihraçlara imza attık. Ekonomideki normalleşmeye de katkı sağladığını düşündüğümüz bu ihraçlar ve sendikasyon, seküritizasyon gibi diğer borçlanma araçları yoluyla sağladığımız toplam kaynak 15 Temmuz 2016’dan bugüne 6 milyar doları aştı. Hatırlayınız, o süreçteki reyting düşüşünün gerekçelerini teknik bakımdan aceleci bulduğumu ifade etmiştim. Reyting raporlarında borçların yenilenmesine dair olumsuz öngörülerde bulunuluyordu. Ne oldu şimdi o öngörülere?” diye konuştu.

KGF kredilerini en çok kullandıran bankayız

Bali, bankanın Kredi Garanti Fonu (KGF) kefaletli krediler konusunda da önemli bir performans gösterdiğini ifade ederek, “Biz KGF kefaletli olarak 18,5 milyar Türk lirası kredi kullandırdık. Bu desteğimiz tüm KOBİ’lere ve KOBİ ölçeği dışında kalan firmalara il/ilçe bazında nakış gibi işlenerek, 2 ay gibi kısa bir sürede sağlandı. Ayrıca en fazla KGF kredisi veren banka olarak, bu kredilerin çok büyük bölümünü yeniden yapılandırma maksatlı değil, yeni kullandırım şeklinde amacına uygun olarak müşterilerimize sunduk” dedi.

KGF kredileri konusunda sektörün de iyi bir sınav verdiğini belirten Bali, “Daha iyisi olabilir miydi? Daha iyisi tabii ki olabilir. Şöyle ki, alınmış olan makro ihtiyati tedbirlerdeki gevşemelerle bütçe açığının GSYİH’ya oranını bir miktar genişletecek şekilde kamunun almış olduğu sorumluluk banka bilançolarına olumlu yansıdı. Bunun karşılığı olan politikaların, bütün bankalarımızca daha da cesurca uygulanabileceğini düşünüyorum” diye konuştu.

KGF kredilerinden önce aksiyon aldık, tereddütsüz, çok net bir duruş sergiledik

Banka olarak 15 Temmuz’dan sonraki süreçte, KGF kredilerinin uygulamaya alınmasından önce, hiç tereddüt etmeden işlerinin gereğini yapmak anlamında çok önemli bir duruş sergilediklerini vurgulayan Bali, şunları dile getirdi: “Bunun genel kamuoyunda çok önemli bir karşılığı ve teveccühü olduğunu biliyorum, görüyorum. Bu gösterilmesi gereken bir reaksiyondu, refleksti kanaatimce. Ve Türkiye’nin Bankası diye kendini tanımlamış olan İş Bankası’na yakışır, yaraşır bir tavırdı. Nitekim ekonomik anlamda da bunları destekleyecek yönde icraat ve uygulamalarda bulunduk. Hemen bireye, tüketiciye, esnafa, yani hane halkına yaygın mahiyette dokunan plasmanlarda faiz indirimine gittik. Yönetme kalitesini sonuna kadar gözeterek, imkânlarımızı ekonominin doğrusuna kullanmak için gayret sarf ettik. Örneğin, esnaf ve küçük işletmelere 100 bin Türk lirasına kadarlık bir kredi paketi sunduk. Bu kredi paketinde çok da özel bir faiz oranıyla çıkmıştık. 8 haftalık süre içinde 24 bini aşkın esnaf ve küçük işletmeye 2 milyar Türk lirasının üzerinde kredi kullandırdık. Yani biz KGF kefaletli kredilerden evvel aksiyon almıştık aslında. Ondan sonra da KGF uygulamasının devreye girmesiyle biz orada da son derece aktif bir şekilde yürüdük.”

170 milyar Türk lirasının üzerinde ticari krediyle en büyük ticari kredi portföyüne sahip özel banka konumunda olduklarını anımsatan Bali sözlerini şöyle sürdürdü; “Bunun da yaklaşık üçte birini KOBİ kredileri oluşturuyor. Bu yönüyle çok önemli… Peki, biz bunları neden yaptık? Çünkü biz İş Bankası’nın bu ülke için ne manaya geldiğini, Türkiye’nin Bankası’nın ne anlama geldiğini ve bu sorumlulukla hareket etmemiz gerektiğini biliyoruz. Onun için net, tereddütsüz bir duruş sergiledik. Bu ülkeye özellikle zor dönemlerinde nasıl sahip çıktığımızı çok net bir tavırla ortaya koyduk. İş Bankası her zaman bir güven müessesesi olarak takdir görür, bu yönüyle bir teveccüh görür. Bunun da çok özel bir katkısı oldu. Ama açık ifade etmem gerekirse; bütün bunlara rağmen sermaye yapımızdaki politik partinin varlığı nedeniyle veya bir kısmı eksik bilgiden, yanlış bilgiden, bir kısmı maksatlı olarak bize önyargılı yaklaşan başka başka kesimler de var. Türkiye’ye nasıl sahip çıktığımızı onlara da gösterdik diye düşünüyorum. Vatanseverlik ayrı bir şey… Bütün özkaynağını bu ülkeden elde etmiş, kuruluşu bu felsefeye dayanan bir kurum, zaten bunu yapmak durumundaydı.”

Siyasi etkiye en uzak kurum İş Bankası’dır

İş Bankası’nın sahiplik yapısına atfen zaman zaman ortaya çıkan tartışmalar ve değerlendirmelere ilişkin Bali şunları kaydetti: “Bu miras hukuku ile ilgili bir durum. Evet, şu anda Atatürk paylarını temsilen hisse yapımızda bir politik partinin varlığı söz konusu. Politik partinin konumu da tamamen temsili, bir ekonomik fayda temini de söz konusu değil. Sonuçta politik partinin varlığı bir politik etkiye açık olduğumuz veya bir politik etkiye maruz kaldığımız anlamına gelmiyor. Politik etkiye açık olmak için, illa bir politik partinin sermaye yapınızda olması da gerekmez. Sermayesi itibarıyla bakıldığında hiç böyle bir yapısı olmayan, ama politik etkiye de açık olan kurumlar, kuruluşlar olabilir. Bu kurumun genel müdürü olarak çok açık, çok net şunu söyleyebilirim; politik etkiye açık olmayan, siyasi etkiye ne olursa olsun en uzak kurum İş Bankası’dır. Bunun altını özellikle çizmek isterim. Kuruluş idealleri çerçevesinde bu zorlu süreçlerde de işimize gücümüze bakarak, aynen adımız gibi işimizi yapmaya devam ettik. İşimizin kıstasları neyse ona bakarız. İşin tekniğine bakarız, işin etiğine bakarız. Bunlar karşılandıysa, işimize bakar yolumuza devam ederiz. Nitekim kredi portföyümüz, yaptığımız işler, Türkiye’nin büyüklükleri ve sıralamalarıyla, iş dünyasının sıralamalarıyla paralellik arz eder. Aynı müşterinin yaptığımız işi vardır, reddettiğimiz işi vardır. Kıstaslarımız, hep işin tekniği ve hep işin etiğidir. Böyle bir miras, böyle bir yönetim anlayışı devraldık biz büyüklerimizden.”

Vatandaş olmayı, kurum olmayı bir ülkenin sadece refahını paylaşmak olarak görmediklerini ifade eden Adnan Bali, “İlk başınızın sıkıştığını düşündüğünüz anda kendinize ülke arayacaksanız, bu ülkenin nasıl vatandaşı olabilirsiniz? Bu ülkenin nasıl kurumu olabilirsiniz? Onun için oturup çalışacağız, uğraşacağız. Yanlışlarımız varsa düzelteceğiz. Gayretli olacağız. Bu ülkenin zorluklarını da meşakkatini de paylaşacağız“ dedi.

Dijitalleşmeyi iyi kavradığımızı düşünüyorum

İş Bankası’nın dijitalleşmeyle ilgili çalışmalarına da değinen Bali, tarihsel geçmişine bakıldığında bankanın teknoloji alanındaki büyük dönüşümlere öncülük ettiğini vurgulayarak, şöyle devam etti: “1990’ların başında ‘803 kapılı tek şube’ sloganıyla çıkmışız ortaya. ‘Online – realtime’ bütün şubelerini birbirine bağlayan, aslında tek şube haline getiren bir banka olmayı başarmışız. Tamamen dâhili vizyonla, o yıllardaki o jenerasyonların, o nesillerin çalışmalarıyla… 1982’de Türkiye’ye ilk Bankamatik cihazını getirirken de aynı ruhla çalışmışız, 1997’de Türkiye’de ilk internet bankacılığını sunarken de… Yine 2000’lerin başında bankacılık işlemlerini mobil platformlara taşıma konusunda teknolojinin yönünü öngördüğümüzü ve izleyen değil, öncülük yapan rolleri üstlendiğimizi görüyoruz. Şu anda da bankayı önümüzdeki onlarca yıla taşıyabilecek olan en büyük teknolojik altyapı dönüşümünü gerçekleştiriyoruz. Mesela bunun bir parçası, Tuzla’da kurmuş olduğumuz, 2 binin üzerinde çalışanımızın bütün bankaya hizmet verdiği teknoloji ve operasyon merkezi… Bankayı gelecek yıllarda veri konusunda olumlu yönde ayrıştıracak veri merkezi yatırımımızı da tamamlamış bulunuyoruz. Dünyadaki en iyi uygulamaları yerinde görerek, bizzat benim de katıldığım ziyaretlerle bu işleri yapmaya çalıştık. Bunları yaparken de bankayı geleceğe hazırlayabilme, tehditleri ve fırsatları öngörerek, ona göre pozisyonlar alabilme yaklaşımıyla hareket ettik. Hep söylerim, bankanın gelecek nesilleri bizi ne kadar da güzel mevduat topladığımız, ne kadar da güzel krediler verdiğimiz için anıyor olmayacak. Ancak bir teknolojik trendi ıskaladıysak, o zaman anacaklar ve iyi anmıyor olacaklar.”

Teknolojik gelişimi ve dijitalleşmeyi nihai kullanıcı ile nihai sunucu arasındaki mesafenin kısalması ve etkinleşmesi şeklinde ‘aracısızlaşma’ olarak anladığının altını çizen Bali, bu konuda da öncü olabilmek için yenilikleri yerinde görüp, trendleri yakından izlediklerini vurgulayarak “Mesela Silikon Vadisi’nde iştirakimiz SoftTech’in altında bir oluşumumuz var. Genç arkadaşlarımız, yöneticilerimiz sürekli orayı ziyaret ediyorlar. Ben de orada bir süre bulundum. Bölgedeki bütün o atmosferi, iklimi ve inovatif kültürü sonuna kadar hissedecek şekilde çalışıyoruz. Teknolojik gelişmeyi, dijitalleşmeyi iyi kavradığımızı düşünüyorum. Ve kavradığımız şeyi hayata geçirme konusunda çok iyi yoldayız. Çok ciddi bir müşteri sayısına eriştik” dedi.

Adnan Bali, dijitalleşmenin bankacılık sektöründeki insan kaynağı ve şubeleşmeye etkilerine ilişkin ise şu değerlendirmeyi yaptı: “Bunları birbirinin alternatifi olarak görmüyoruz, birbirinin tamamlayıcısı alanlar. Nitekim bunun en somut örneğini Bankamatikler ile ilgili verebilirim. 20-25 yıllık bir sürede 6.700 civarında Bankamatik sayısına ulaştık. Bu, 19 bin çalışana denk geliyor. 19 bin çalışana denk geliyor hesabıyla yola çıkarken bir öngörüde bulunsaydık, istihdam epey azalacak diye düşünebilirdik. Oysa çalışan sayımız da aynı dönemde 15 binden 25 bine çıktı. Çünkü o alanda da büyüyorsunuz, bu alanda da büyüyorsunuz. Birbirini destekliyor. Müşteri bölünen, parçalanan bir şey değil. Müşterinin mobilden geçeni, şubeye gideni de aynı kişi olabiliyor tabii ki… Dolayısıyla hepsini bir bütünlük içinde kavrıyoruz.”

yüzde 14-15 civarında bir özkaynak karlılığının çok makul ve bugünkü tabloda, özellikle bankacılık sisteminin fonksiyonu açısından kritik olduğunu düşünüyorum. Çünkü biz yüzde 15’lik sermaye yeterlilik rasyosunu koruyacaksak, bunu korumamız bize yeni kredi verme imkânları sağlayacaksa yüzde 15 civarında bir özkaynak karlılığını da korumamız gerekiyor. Ekonomik büyüme için kredi lazım, kredi için özkaynak lazım, özkaynaklar için de bankaların kâr etmesi lazım. Kârları buharlaştırıyorsanız, oraya buraya transfer ediyorsanız, eleştirileri anlarım o zaman… Hâlbuki biz kârları buharlaştırmıyoruz. Örneğin İş Bankası olarak alıyoruz, özkaynağımızın üzerine ilave ediyoruz. Türkiye’ye yeni kredi imkânı olarak kullandırmak üzere özkaynağımızı güçlendiriyoruz. 40 milyar Türk lirası özkaynağı bu ülkede bu yolla biriktirdik. Bakınız şurası da çok önemli; daha Basel, uluslararası mevzuat, hatta BDDK yok iken kâr dağıtımına ana sözleşmesinde üst sınır koymuş bir bankayız biz. Bizim böyle müdebbir bir sermaye ve ortaklık yapımız ve vizyonumuz var. Ben böyle bakıldığında özellikle kurumumuz için çok güvenle söyleyebilirim ki bizim kârımız Türkiye’nin kârıdır, bizim kârımız Türkiye’nin kârınadır. Onun için aynı anlayışta çalışmaya devam edeceğiz.”

Zamanında yaptığımız işin bankacılıkla alakası yoktu

Kâr tartışmalarından ziyade bankacılık sisteminin geçirdiği büyük dönüşümün önemli olduğuna değinen Bali, 2001 krizinden önce krediler toplam aktiflerin sadece yüzde 30’unu oluştururken krizde bu oranın yüzde 20’li seviyelere gerilediğini, bugün ise yüzde 60’larda olduğunu söyledi. Bali şöyle devam etti: “Aradan geçen süre içerisinde biz asıl işimize gücümüze döndük, asıl fonksiyonlarımızı yerine getirir olduk. Siz yüzde 30-35 civarında reel getiriyi açık pozisyonla elde ediyorsanız, sizin ne sermaye yeterlilik sorununuz olur ne de kredi verme gibi bir kaygınız olur. Krediyi veriyordunuz devlete, en risksiz olana, en yüksek getiriyle. Açık söylemek gerekirse, o yıllarda yapılan işin bankacılıkla alakası yoktu. Bugünkü bankacılık sistemi çok ciddi dönüşüm geçirmiştir. 2001 krizi bu açıdan hayırlı bir krizmiş. Bize bir sürü şey öğretti. Hem uluslararası standartlar hem yerel standartlar hem de yönetim kalitesi çok iyi gelişti.”


sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

Bir yanıt yazın