Mimarlar Odası tarafından, 3 Haziran’da, tehdit altındaki Ayvalık ve Edremit Körfez Bölgesi’nin geleceğinin değerlendirilmesi ve sorunlara karşı ortak çözümler üretilmesi amacıyla “Kıyı Bölgelerinde Mimarlık” başlıklı panel, Ayvalık’ta gerçekleştirildi. Panelde, tehdit altındaki Ayvalık ve Edremit Körfez Bölgesi özelinde ve Türkiye geneli ilişkisi içinde yapılan değerlendirmeler ışığında bugün (5 Haziran Dünya Çevre Günü’nde) kamuoyuna bir ‘çağrı’ yapılması kararlaştırıldı.
Mimarlar Odası’ndan yapılan açıklamada, “Yaşadığımız bütün zor ve ağır koşullara rağmen; kamusal ve kültürel varlıklara, yaşam değerlerine, toplumsal hak ve özgürlüklere saldırılara karşı yükselen toplumsal bir uyanış “özgür ve demokratik” bir geleceği işaret etmektedir. Bu çerçevede; Mimarlar Odası olarak; tüm meslektaşlarımızın ve yurttaşlarımızın Dünya Çevre Günü’nü kutluyor; sağlıklı yaşam çevrelerinin oluşturulması için, öncelikle doğal kaynaklarımızın ve doğal, kültürel çevremizin korunması amacıyla verdiğimiz mücadeleye devam etmekte kararlı olduğumuzu önemle vurguluyoruz” denildi.
Mimarlar Odası tarafından kamuoyuna yapılan ‘çağrı’ şöyle:
“Ülkemizde son yıllarda kentleri, doğal kültürel değerleri ve yaşam alanlarını ekonominin merkezine oturtan; bütün bu değerleri ve doğayı metalaştıran, esnek üretim modeli eliyle yatırım ve karlılık alanı olarak gören politikalar yürürlüğe konmuştur. Kentler, bu uygulamalar sonucunda taşıdıkları kültürel ve doğal değerlerle birlikte hızla, yıkımın ve plansız yatırımların şantiyesi haline gelmiştir.
“Ülkemizde son yıllarda kentleri, doğal kültürel değerleri ve yaşam alanlarını ekonominin merkezine oturtan; bütün bu değerleri ve doğayı metalaştıran, esnek üretim modeli eliyle yatırım ve karlılık alanı olarak gören politikalar yürürlüğe konmuştur. Kentler, bu uygulamalar sonucunda taşıdıkları kültürel ve doğal değerlerle birlikte hızla, yıkımın ve plansız yatırımların şantiyesi haline gelmiştir.
Tarihsel süreçte “özgürlük, demokrasi, adalet, eşitlik, insan hakları” gibi insanlığın evrensel değerlerinin üretildiği kentler ve yaşam çevreleri; “Kentsel Dönüşüm” adı altında dikte edilen “rant ve yıkım politikaları baskısı altında” dönüştürülmektedir. Uygarlığın merkezi olan kentler ve yaşam çevrelerinde gerçekleştirilen rant operasyonları ile “çevre sorunlarına, kimliksizliğe, toplumsal ayrışmaya ve otokratik sisteme” evrilen süreçler inşa edilmektedir.
Çağdaş, bilimsel bir planlamaya dayanmayan kentleşme politikaları ve yatırım kararları ile sistemli ve ısrarlı bir şekilde “ideolojik dönüşüm ve rant” amacıyla doğal ve kültürel varlıklar yok edilmektedir. Bu anlayış doğrultusunda; kentsel ve kırsal alanlar, tabiat varlıkları, koruma alanları, ormanlar, kıyılar, milli parklar, doğal sit alanları rant alanı haline getirilirken; doğal kaynaklar yok olmakta, kentsel, kırsal çevre sorunları hızla büyümektedir.
2011 yılında çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnameler yoluyla Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın kuruluşu ve ardından 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun değiştirilmesi ile koruma politikalarında yeni bir süreç başlamıştır. Bu değişiklikler yoluyla Koruma Kurullarının doğal sit alanlarına ilişkin görevlerinin Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü’ne aktarılması ve Özel Çevre Koruma Kurulu’nun kapatılması; tabiat varlıkları, koruma ve doğal sit alanlarının daraltılması, yapılaşmaya açılarak ortadan kaldırılması sürecinin başlangıcı olmuştur.
Ankara Atatürk Orman Çiftliği’ne Kaçak Saray yapılması, İstanbul Gezi Parkı’na olmayan kışlanın yapılmak istenmesi buna karşın Mersin’de var olan Abdül Hamit Kışlasının yıkılması, yine İstanbul’da Atatürk Kültür Merkezi’nin dokuz yıldır işlevsiz bırakılması ve yıkılması için fırsat kollanması, Emek Sineması ve Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nin yıkılması; Cumhuriyetin kültürel mirasının ve izlerinin ortadan kaldırılması; uygarlaşma karşıtı ve otokratik bir yaklaşım doğrultusunda gündeme gelmektedir.
15 Temmuz 2016 olayları bahane edilerek ilan edilen Olağanüstü Hal ve çıkarılan KHK’larla askeri alanların ve doğal sitlerin yapılaşmaya açılması ile yürütülen “rant politikalarına” daha da hız verilmiştir.
16 Nisan 2017 tarihinde yapılan, gayrimeşru ve hileli referandumla ise; “demokratik parlamenter” sistemin tasfiye edilmesi ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin yetkilerinin tek kişiye verilmesi ile bütün bu hukuksuzlukların ve doğa ve kültür tahribatının tek merkezden gerçekleştirilmesinin önü sınırsız bir şekilde açılmaktadır.
16 Nisan 2017 tarihinde yapılan, gayrimeşru ve hileli referandumla ise; “demokratik parlamenter” sistemin tasfiye edilmesi ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin yetkilerinin tek kişiye verilmesi ile bütün bu hukuksuzlukların ve doğa ve kültür tahribatının tek merkezden gerçekleştirilmesinin önü sınırsız bir şekilde açılmaktadır.
Hukuk ve demokrasinin olmazsa olmazı “güçler ayrılığı ve yargı bağımsızlığı”” ilkesinin ortadan kaldırıldığı; sansür, yasak, baskı ve şiddet politikalarının yürürlüğe konduğu ülke koşullarında toplumsal duyarlılıkların harekete geçmesi dışında başka bir güvence söz konusu değildir.
Bu çerçevede, bütün yaşam değerlerini savunan bizler ülkenin dört bir tarafında ve bütün yaşam alanlarında uygulanan ablukanın kaldırılarak;
Demokrasi, hukuk, kent, kültür ve çevre karşıtı alınan bütün plan, karar ve uygulamaların ivedilikle durdurulması ve kamuoyunun değerlendirmesine açılması,
Doğal sit alanlarını ve çevreyi iktidar destekli sermaye sınıfları ile işbirliği içinde yapılaşmaya açarak ticari meta haline getiren uygulamaların durdurulması,
Mevcut doğal sit alanlarının daraltılmasına gerekçe gösterilen kimi şirketlere hazırlatılan ve bilimsel niteliği bulunmayan raporların geri çekilmesi,
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından saydam ve katılımcı sürece dayanmayan ve bilimsel ilkelere aykırı plan kararları ile geniş doğal sitlerin yoğun yapılaşmaya açılması girişiminden vazgeçilmesi,
Ülkemizin geleceğini ve toplumsal yaşamımızı tehdit eden; nükleer santral kararlarının iptal edilmesinin sağlanması; zeytinlikleri, tarım arazilerini, ormanları, akarsu ve kıyılar, eşsiz doğa güzelliklerini tahrip eden girişimlerin gündemden kaldırılması,
“Sürdürülebilir doğal çevre koruma” adı altında yerel toplumun yaşamının devamlılığı yerine, turizm odaklı yatırımların önünün açılmasını hedefleyen girişim ve anlayışların terk edilmesi,
Meslek Odaları, Üniversiteler ve kamu kurumları tarafından düzenlenen raporların dikkate alınması ve tüm paydaşların yer aldığı katılımcı süreçlere bağlı olarak alınacak bilimsel şehircilik ilkelerine dayalı planlama kararların hayata geçirilmesi,
Türkiye’nin altına imza attığı uluslararası anlaşmalara esas olan duyarlılıkların kamusal politikaları yönlendiren aktörler tarafından dikkate alınmasının sağlanması için bu süreçten etkilenen bütün toplum kesimlerini ortak hareket etmeye çağırıyoruz.
Doğal sit alanlarını ve çevreyi iktidar destekli sermaye sınıfları ile işbirliği içinde yapılaşmaya açarak ticari meta haline getiren uygulamaların durdurulması,
Mevcut doğal sit alanlarının daraltılmasına gerekçe gösterilen kimi şirketlere hazırlatılan ve bilimsel niteliği bulunmayan raporların geri çekilmesi,
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından saydam ve katılımcı sürece dayanmayan ve bilimsel ilkelere aykırı plan kararları ile geniş doğal sitlerin yoğun yapılaşmaya açılması girişiminden vazgeçilmesi,
Ülkemizin geleceğini ve toplumsal yaşamımızı tehdit eden; nükleer santral kararlarının iptal edilmesinin sağlanması; zeytinlikleri, tarım arazilerini, ormanları, akarsu ve kıyılar, eşsiz doğa güzelliklerini tahrip eden girişimlerin gündemden kaldırılması,
“Sürdürülebilir doğal çevre koruma” adı altında yerel toplumun yaşamının devamlılığı yerine, turizm odaklı yatırımların önünün açılmasını hedefleyen girişim ve anlayışların terk edilmesi,
Meslek Odaları, Üniversiteler ve kamu kurumları tarafından düzenlenen raporların dikkate alınması ve tüm paydaşların yer aldığı katılımcı süreçlere bağlı olarak alınacak bilimsel şehircilik ilkelerine dayalı planlama kararların hayata geçirilmesi,
Türkiye’nin altına imza attığı uluslararası anlaşmalara esas olan duyarlılıkların kamusal politikaları yönlendiren aktörler tarafından dikkate alınmasının sağlanması için bu süreçten etkilenen bütün toplum kesimlerini ortak hareket etmeye çağırıyoruz.
Yaşadığımız bütün zor ve ağır koşullara rağmen; kamusal ve kültürel varlıklara, yaşam değerlerine, toplumsal hak ve özgürlüklere saldırılara karşı yükselen toplumsal bir uyanış “özgür ve demokratik” bir geleceği işaret etmektedir.
Bu çerçevede; Mimarlar Odası olarak; tüm meslektaşlarımızın ve yurttaşlarımızın Dünya Çevre Günü’nü kutluyor; sağlıklı yaşam çevrelerinin oluşturulması için, öncelikle doğal kaynaklarımızın ve doğal, kültürel çevremizin korunması amacıyla verdiğimiz mücadeleye devam etmekte kararlı olduğumuzu önemle vurguluyoruz.”
sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.