Arkeolog Ahmet Semih Tulay tarafından kaleme alınan ve tarihle edebiyatı birleştirerek Anadolu’nun medeniyetler beşiği olarak dünyadaki yerini bir kez daha hatırlatan “HÖYÜK-ÇALINAN HAZİNELERİMİZ” Tarihçi Kitabevi etiketiyle yayınlandı.
Kırk yıla yakın bir süreden bu yana arkeolojiyle iç içe olan arkeolog kökenli bir müzecinin mesleki gözlem ve deneyimleri ışığı altında bir arkeolojik kazıdaki günlük yaşamı anlatan yazar, “arkeolojinin çeyiz sandıkları” olarak nitelendirdiği höyüklerin başlı başına bir “tarih kitabı” olduğunun da altına çiziyor
Bunların yanı sıra, eski eser kaçakçılığının önemli yollarından biri olan diplomatik kanalın kullanılmasına da dikkat çekiyor Arkeolog Ahmet Semih Tulay.
“Höyük-Çalınan Hazinelerimiz” bir arkeolojik roman. Bir solukta okunuyor…
Adı geçen kişilerin gerçek yaşamla ilgisi olmadığını ama yer adlarının gerçek olduğunu belirtiyor yazar ve ekliyor; “Sadece köyün adı değiştirilmiştir. Çalışmada bir ulus suçlanmamış, sadece bu topraklarda en çok kazı yapanların ve eserlerimizi götürenlerin liste başında oldukları için Alman adı kullanılmıştır. Olaylara gelince; işte onlara inanıp inanmamak ya da gerçek olup olmadıklarını saptamak size kalmıştır.”
“Abi, sen bu işi sadece yabancıların işi değil deyince bak aklıma ne geldi.”
“Ne geldi?”
“Dün öğlen kazıya gelen İstanbullu Almanlardan benim çukurda gördüğüm gözlüklü adam, dün akşam karanlığında salla karşıya, Samsat tarafına geçti.”
“Sen bunu nereden biliyorsun Mevlüt?”
“Dün akşam geç saatte değin arkadaşlarla Fırat kıyısında balık tuttuk. O zaman gördüm”
“Yanlış görmüş olmayasın? Çünkü onlar buradan dün öğleden sonra ayrılmışlardı.”
“Hayır abi, o adamı iyi tanıyorum. Yabancı plakalı beyaz bir taksi adamı kıyıya bırakıp geri geri döndü.”
“Nasıl yabancı plakalı? Urfa dışından mı?”
“Hayır abi. Gavur plakalı. Harfleri çoktu ve plakanın yanına büyük bir D harfi konmuştu.”
Ahmet Semih Tulay, Höyük Yağmalanan Hazinelerimiz, Tarihçi Kitabevi, 168 sayfa.
sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.