Sizleri, şahsım ve TOBB Yönetim Kurulu adına gönül dolusu muhabbetle selamlıyorum. 70. Mali Genel Kurulumuza Hoş geldiniz. Bizlere şeref verdiniz.
Ne yazık ki hepimizi tarifsiz acılara boğan bir olayın hemen ertesinde toplandık. Soma’da 301 kardeşimizi şehit verdik. Kendilerine Allah’tan rahmet diliyorum. Mekânları cennet olsun. Kederli ailelerinin acısını yürekten paylaşıyor, başsağlığı ve sabır temenni ediyorum.
Facianın ilk günü Soma’daydık. Her şeylerini bırakıp kurtarma ekibine katılanları gördük. Pek çok kahramanlık hikâyesine de şahit olduk. İnsanlık dersi aldık. Bir arkadaşı daha orada kalmasın diye geri dönüp, yeniden madene giren cesur insanları tanıdık.
Milletimiz, Soma’nın acısını acısı bildi. Bu acıyı hisseden, yaraya bir nebze merhem olmak için çalışan herkese teşekkür ediyorum. Şehit maden işçilerimizin aileleri artık bizlere emanettir. TOBB olarak başlattığımız yardım kampanyasına katılan ve katılacak Oda ve Borsalarımıza bu vesileyle teşekkür ediyorum. Tüm iş dünyamızı da bu kampanyaya katılmaya çağırıyorum.
Ancak, geride kalanların acısını paylaşmak, sorumluluğumuzu hafifletmiyor. Bizim inancımıza göre bütün kainat insan için yaratılmıştır. Kâinattaki hiçbir şey insan hayatından önemli olamaz. Artık her alanda insan hayatı önceliğimiz olmalı. Bu bir haktır, hukuktur.
Bunun için herkes, üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmeli. Soma faciasından sorumlu olanlar da, kamu veya özel sektör hiç fark etmez, mutlaka bulunmalı ve şeffaf bir şekilde yargılanmalı.
Yoğun çalışma temposuyla dolu bir yıl geçirdik. 7 gün 24 saat çalıştık. Ürettik, ihracat yaptık. İnsanımıza iş ve aş sağladık. Tek bir gayemiz vardı; ülkemizi daha zengin, insanımızı daha müreffeh yapmak.
Geçen döneme ait çalışmalarımızı, Faaliyet Raporumuzda ayrıntılı bir şekilde gördünüz. Bunların bir kısmını da az önce ekranda izlediniz.
Tüm bu çalışmalarımız iki sütun üzerinde yükseldi. Birincisi, bu salonu dolduran müteşebbisler, yani sizlersiniz. Sizler, mücadeleyi, cesareti, inancı, azmi ve iradeyi temsil ettiniz. Üretimin, istihdamın, ihracatın kahramanları oldunuz.
Oda ve Borsa başkanlarımız, iş âleminin kanaat önderleri olma görevini hakkıyla üstlendiler. Şehirlerinin kalkınması ve markalaşması için emek verdiler, fikir ve proje ürettiler.
İşte tüm bu faaliyetler, tüm bu başarılar, sizlerin, tüm camiamızın eseridir. Gösterdiğiniz gayret ve emek için, her birinizi tek tek kutluyor, hepinize sonsuz şükranlarımı sunuyor, sizleri yürekten alkışlıyorum!
Çalışmalarımızın dayandığı ikinci sütun, sağlanan istikrarla birlikte hükümetimizin ve meclisimizin iş dünyamıza verdiği destek, hayata geçirdiği düzenlemelerdir. Bu iki sütundan biri eksik olsaydı bu başarılar yakalanamazdı.
Bu nedenle çalışmalarımızda yanımızda olan Cumhurbaşkanımıza, Meclis Başkanımıza, Başbakanımıza, Ana Muhalefet Partimizin Genel Başkanına, Bakanlarımıza, siyasi partilerimize, tüm Meclisimize, camiam adına teşekkür ediyorum.
Bizimle birlikte bürokratlarımız da emek verdi, çalıştı. Kamu – özel sektör el ele verdik, ülkemize değer katan pek çok çalışmayı hayata geçirdik. Kendilerine de ayrıca teşekkür ediyorum.
Bilirsiniz, iş adamları önce geçtiğimiz dönemin muhasebesini yapar. Sonra da geleceği görmeye çalışır. Ben de ilk olarak, ülkemizde ve dünyada yaşanan gelişmeleri değerlendirmek istiyorum.
Geride bıraktığımız 2013 yılına baktığımızda özel sektör olarak, gelecek için umut veren bir tablo görüyoruz. Yurtiçinde ve yurtdışında yaşanan çeşitli olumsuz gelişmelere rağmen, özel sektörümüz pek çok alanda rekor kırmaya devam etti.
Üretim hacmini, yatırım miktarını ve istihdamı artırdı. Müteşebbisler niye yatırım yapar, niye iş yeri açar, niye istihdam sağlar? Geleceğe dair umutları olduğu için.
İşte biz bu umutla, ülkemize yeni girişimciler kazandırmaya devam ettik. Faal işyeri sayısı 77 bin artışla Cumhuriyet tarihinin en yüksek düzeyine, 1 milyon 576 bine ulaştı.
Milletimize iş ve aş sağlamaya devam ederek, istihdamda da Cumhuriyet tarihinin rekorunu kırdık. Sadece kayıtlı çalışan sayımızı 620 bin kişi artırarak, toplam 12 milyona yükselttik.
Diğer yandan Türkiye’nin geleceğine yatırım yapmaya devam ettik. Özel sektörümüzün makine ve teçhizat yatırım harcamaları 86 milyar dolara ulaştı.
Bunu kim başardı? İşte bu salonu dolduran sizler ve temsil ettiğiniz camiamız başardı. Sizlerle gurur duyuyoruz. İyi ki sizler varsınız!
Bu vesileyle, özel sektörün çalışmalarını destekleyen başta Sayın Başbakanımız olmak üzere, bugün de aramızda bulunan Sayın Ali Babacan, Sayın Hayati Yazıcı Sayın Nihat Zeybekçi ve Sayın Fikri Işık bakanlarımız ile görev yapan tüm bakanlarımıza huzurlarınızda teşekkür ediyorum.
Dünyada 2014 ve sonrasında, alışkın olduğumuzdan farklı bir küresel ekonomik ortam bizleri bekliyor. Ben şahsen oyunun kurallarını yeniden belirleyecek ve dünyayı değiştirecek 7 küresel trendin ortaya çıktığını görüyorum.
Birincisi, küresel finansman iklimi değişiyor. Küresel kriz sonrasında parasal genişleme ve bol likidite dönemi başlamıştı. ABD Merkez Bankası FED, her sene piyasaya yaklaşık 1 trilyon dolar veriyordu. Bu sayede ülkeler, şirketler ve hatta bireyler rahatça borçlanıp, yatırım ve harcama yapıyorlardı. Ekonomiler büyüyordu.
Ama bu dönem sona eriyor. FED, piyasaya verdiği parayı azaltıp, tamamen sonlandıracak. Şimdi, hem şirketlerimiz, hem de vatandaşlarımız artık daha tedbirli, daha temkinli hareket etmek zorunda. Kamu ve özel sektör olarak, bu yeni ortama nasıl uyum sağlayacağımıza birlikte odaklanmalıyız.
İkincisi, küresel ticaret ve yatırım ortamı değişiyor. Dünyada bölgeselleşme hız kazanıyor. Bunda öncülüğü ABD yapıyor. Önce pasifik ülkeleri ile “Transpasifik” Ortaklık Anlaşması başlatıldı. Burada ABD, Japonya, Kore gibi önemli ülkeler var.
Öte yandan ABD geçen sene AB ile “Transatlantik” Ticaret ve Yatırım Ortaklığı girişimine de hız verdi. Bu iki girişim dünya ekonomik gücünün üçte ikisine denk geliyor. Bu ortaklıklar küresel ticaretin ve yatırımların yönünü belirleyecek. Bununla da kalmayacak, üretim standartlarını belirleme konusunda da büyük bir güç elde edecekler.
Bakın size çok çarpıcı bir örnek vermek istiyorum. Şu an bizim ürettiğimiz ürünler 220 volta göredir. Eğer bu ülkeler 110 volt’un standart olmasına karar verirse, ya tüm üretim yapımızı değiştirmek zorunda kalacağız, ya da bu pazarlara mal satamayacağız. Bir başka deyişle, bu yeni küresel sistemin içinde olanlar, dışarda kalanlara göre büyük avantaj sağlayacak. Türkiye olarak, bu oluşumun içinde yer almak zorundayız.
Üçüncü önemli trend değişen enerji haritası. Gelişen teknoloji sayesinde “Kaya Gazı”, giderek daha ucuz ve daha fazla üretilir hale geliyor. Bu sayede ABD’deki doğal gaz fiyatı son 5 yılda yüzde 60 geriledi.
ABD’nin yakın gelecekte doğal gazda, net ihracatçı olması bekleniyor. Bu gelişme dünyadaki yatırım tercihleri dâhil her kararı kökünden değiştirecek. Enerjide dışa bağımlı bir ülke olarak, bizim de, şimdiden bu konuya odaklanmamız gerekiyor.
Dördüncü küresel trend ülkelerarası rekabette “girişimciliğin” ana unsur haline gelmesidir. Tüm ülkeler, “yenilikçi girişimcileri” kendi topraklarına çekmek için mücadele veriyor.
Çarpıcı bir örnek daha vereyim. Amerika’da, Silikon Vadisindeki girişimcilerin %52’si ABD dışında doğmuş. Demek ki ABD geleceğe hazırlık yapıyor. Tüm dünyadan yenilikçi girişimcileri kendine çekiyor. İnovasyon şirketleri ABD’ye yerleşiyor.
Niye, çünkü daha çok girişimci çeken, yenilikçi fikirleri elinde tutan, yarının kazananı olacak. Zira “icat çıkartan” kazanıyor. Kardeşlerim, bu topraklarda, bizim genç ve dinamik bir nüfusumuz var. Ne duruyoruz? Girişimciliği cazip hale getirelim, gençleri girişimci olmaya yönlendirelim, onlara destek verip dünyada hak ettiğimiz yeri alalım.
Beşinci trend Internet’in ekonominin belkemiği haline gelmesidir. Ne yazık ki biz İnternet’i sadece sosyal medya gibi, hatta kahvehane gibi kullanıyoruz. Oysa özellikle KOBİ’ler için Internet maliyetleri düşürme ve dünyaya açılma fırsatıdır.
Internet sayesinde her KOBİ, dağıtım ağına muhtaç olmadan tüm dünyaya ulaşabilir. Bakın İnegöl’ün mobilyası, Gaziantep’in baklavası, internet üzerinden dünyaya satılıyor. İşte tek tuşla dünya elimizin altından. Ne duruyoruz, bu dev pazarı keşfedelim.
Altıncı küresel trend tüm dünyada “orta sınıfın” büyümesidir. Bunun önemini göstermek için bir rakam vereceğim. Her yıl dünyada orta sınıfa 150 milyon kişi dâhil oluyor. Yani 2 Türkiye ekleniyor. Bugün orta sınıfın mevcudu takriben 2 milyar kişi. Sadece 6 yıl sonra, 2020’de 3 milyara ulaşacak.
Küresel orta sınıfın bugün yaptığı harcama yılda 7 trilyon dolar. 2020’de bu harcama 3’e katlanacak ve 20 trilyon dolara yükselecek. İşte bu talebi karşılayacak, altyapı lazım, üretim lazım. Bu pazarlara ulaşıp, daha fazla mal satabilmek için; biz de sanayi politikalarımızı buna göre gözden geçirmeliyiz.
Yedinci küresel trend ekonomide “şehirlerin” öne çıkması. Çünkü büyüyen orta sınıf şehirlerde toplanıyor. Dikkatinizi çekiyorum. Bugün dünyanın en büyük 600 şehrinde 1,5 milyar kişi yaşıyor. Bu şehirlerin ekonomik hacmi dünya ekonomisinin yaklaşık yarısı. 10 yıl sonra bu şehirlerde yaşayanların sayısı, 2 milyara yükselecek. Üretimleri, dünya ekonomisinin, yüzde 60’ına ulaşacak.
Bunun anlamı şu. Artık dünyada sadece ülkeler değil, şehirler birbiriyle rekabet ediyor. Bakın çok ilginçtir, geçenlerde yabancı bir yayında gördüm. Rekabette öne çıkmak isteyen yabancı bir şehir, dünyanın en hızlı internet altyapısını kuruyor. Böylece ileri teknoloji alanındaki şirketleri şehrine çekiyor, şehir hızla zenginleşiyor.
İşte biz de, şehirlerimizin cazibesini artırmalıyız. Bunun için şehirlerimizin markalaşmasına, çevre duyarlılıklarının artmasına ve “akıllı şehir” olmalarına ihtiyaç var.
Değerli dostlarım işin özü, işte dünya bunları tartışıyor ve hazırlık yapıyor. Zira bu trendlere göre politika belirleyen ülkeler öne çıkacak. Kazanan onlar olacak. Bizim de bütün bu gelişmeleri gündemimize alıp, tartışıp, fikir üretmemiz gerekiyor.
Bu yıl 2 önemli seçim süreci yaşadık, yaşıyoruz. Yerel seçimlerde milletimiz, kendine yakışan bir olgunlukla demokrasiye sahip çıktı ve iradesini ortaya koydu.
Şimdi önümüzde Cumhurbaşkanlığı seçimi var. İlk defa halkoyuyla seçileceğinden dolayı, farklı bir önemde. Biz bu seçim sürecinin itidalli bir şekilde tamamlanacağına inanıyoruz. İnşallah seçim sonucu, ülkemizde “yeni bir toplumsal mutabakatın” oluşmasına da vesile olur.
Zira en çok, “huzura” ihtiyacımız var. Huzur bulalım ki, hepimiz işimize odaklanalım. Daha fazla üretim, daha fazla yatırım, daha fazla ihracat yapalım.
Bakın, içinde bulunduğumuz coğrafya her geçen gün daha karmaşık hale geliyor. Buna rağmen, bu yılın ilk çeyreğinde sanayi üretimini yüzde 5,3, ihracatı altın hariç yüzde 4,5 artırdık. Bu tablonun büyümeye olumlu bir başlangıç yapacağına inanıyorum.
Ama daha iyi bir Türkiye ve daha iyi bir gelecek için, bundan daha iyisini yapabilmeliyiz. Çünkü fert başına düşen milli gelirimiz son 6 yıldır 10 bin dolarda takıldı kaldı.
2023’de, 2 trilyon dolar milli gelir hedefini yakalamak istiyorsak, her yıl yüzde 8 civarında büyüme oranı tutturmak gerekiyor. Son 10 yılda 4 defa yüzde 8’in üzerinde büyümeyi sağlamışız. Demek ki biz bunu yapabiliyoruz.
Şimdi ekonomiye yeni bir ivme kazandırıp, yüksek büyümeyi sürdürebilmeliyiz. Ancak, üretmek için cari açık veren, büyümek için borçlanan bir ülke olarak bunu başaramayız.
Yüksek hızda nasıl büyüyecek, rekabet gücümüzü nasıl koruyacağız? Düşük tasarruf oranı engelini nasıl aşacağız? Kamu idaresinde keyfilikten uzak, kurumsal bir yapıyı nasıl yerleştireceğiz? İşgücü maliyetlerinden dolayı kaybettiğimiz rekabet gücümüzü, kalite ve yenilikçilikle yeniden kazanabilecek miyiz?
İşte tüm bu soruların cevabı, “yeni bir büyüme modelidir”. Bunun için de bir dizi yapısal reforma ihtiyaç var. Siyasetçisi, bürokratı, akademisyeni, iş dünyası el ele verip, ortak akılla, doğru politikaları tasarlamalıyız.
Hükümetimizin son 10 yılda hayata geçirdiği ekonomik reformlar, iş dünyamıza cesaret ve güven verdi. Şimdi, reform ateşini yeniden canlandırıp, eksik kalanları da tamamlayalım. İşte o zaman bu camia Allah’ın izniyle, daha büyük hedeflere de ulaşır.
Biz hazırlığımızı yapıyoruz. Düzenli anketlerle iş dünyasının nabzını tutuyoruz. Görüyoruz ki, iş dünyamız geleceğe umutla bakıyor. Zaten umut olmadan kalkınma olmaz. Ama ihtiyaç duyulan yapısal reformlar var. Bunlardan ilk 5 öncelikli alan şunlardır;
• Vergi reformu,
• cari açığı azaltacak sanayi stratejisi,
• istihdamın teşviki,
• girdi maliyetlerinin azaltılması ve
• reel sektörün bankalarla çalışma ortamının iyileştirilmesi.
Vergi reformu iş dünyasının en öncelikli meselesi. Vergi reformuyla, sadece “yakaladığından” değil, herkesten, daha adil vergi toplayan bir sistem kurmalıyız. Yapılacak vergi reformu, sadece devletin gelirini artırmayı hedeflememeli. Elde edilecek ilave vergi geliri, yüksek vergilerin indirilmesi için kullanılmalı.
Her zaman ifade ettiğimiz bir husus var. Vergisini düzenli ödeyenlere pozitif ayrımcılık yapalım ki, herkes vergi ödemeye teşvik edilsin. Gelin artık vergisini aksatmadan ödemiş olanları ödüllendirelim. Vergisini hakkıyla ödeyene sahip çıkalım!
Cari açığın azaltılması, daha sağlıklı ve istikrarlı büyüme için şart. Bunun yolu da, sanayimizin güçlenmesinden geçer. Bakın geçen sene sanayi ihracatımız önceki yılın altında gerçekleşti. İhracatımız içinde orta teknolojili ürünlerin payı artıyor. Ama ileri teknoloji içeren ürünlerin azalıyor.
Bu da bize sanayimizdeki yapısal dönüşüm ihtiyacını gösteriyor. Kısıtlı kaynaklarımızın, daha az katma değerli alanlar yerine, sanayi yatırımına yönelmesini sağlamalıyız. Yüksek katma değerli sanayi faaliyetlerini, özel programlarla desteklemeliyiz. Ürün bazında yatırım teşviki verebilmeli, bundan çekinmemeliyiz.
Yeni sanayileşme hamlemizi hazırlarken, sadece Türkiye’yi değil, bölge ekonomilerindeki fırsatları da göz önünde bulundurmalıyız. Türkiye’nin etrafında bize bağlı üretim ve değer zincirleri kurmalıyız.
TOBB camiası olarak bizim bir hayalimiz var. Biz bölge ülkelerinde; içinde Türkçe konuşulan, kapısında Türk bayrağı dalgalanan sanayi bölgeleri hayal ediyoruz. Çünkü Türkiye, bu coğrafyanın sanayi devi.
Buradaki bilgi ve tecrübemizi komşu ülkelere aktarabilir, oralardaki imkânlardan da Türk iş dünyası olarak faydalanabiliriz. Bunun ilk adımını Hükümetimizin de bilgisi dâhilinde, Filistin “Cenin” bölgesinde atıyoruz. Bu tür sanayi bölgelerinin sayılarını 10’lara, hatta 100’lere çıkarabilmeliyiz.
Bunun için kapsamlı bir strateji hazırlamalıyız. Artık hedefimiz büyük olmalı. Hedefimiz, dünya için üretip, katma değeri Türkiye’ye getirmek olmalı.
Müteşebbislerimizin en çok şikâyet ettikleri konulardan biri de, üretim ve ihracattaki yüksek girdi maliyetleri. Akaryakıt üzerindeki vergiler, hem rekabet gücümüzü azaltıyor, hem de kayıtdışılığı körüklüyor. Enerjiyle ilgili tüm yüksek vergileri kademeli olarak azaltalım.
Hükümetimizin cesaretle hayata geçirdiği “istihdam primi indirimi” sayesinde, hem kayıtlı istihdam, hem de prim geliri arttı. Kayıt dışılık azaldı. Hem işçi, hem işveren, hem de devlet kazanmış oldu. Bunlara devam edelim.
İhracat yapan sanayicimizin, yurtiçi taşımada kullandığı akaryakıt üzerindeki vergi yükünü de düşürelim. Sanayicilerimizin yurtdışı taşımalarına navlun desteği verelim. Son dönemde ülkemizin her bölgesini birbirine bağlayan pek çok ulaşım projesi hayata geçirildi.
Ulaşımdaki yatırımlar ülkemizin çehresini değiştiriyor, Tüccar ve Sanayicimizin ulaşım maliyetlerini düşürüyor. Özellikle demiryolu yatırımlarını, verimlilik esasını dikkate alarak, daha da artıralım. Demiryolunu OSB’lere, limanlara ve lojistik merkezlerine mutlaka ulaştıralım.
İhtiyaç duyulan önemli bir konu da, KOBİ’lere pozitif ayrımcılık. Zira küreselleşme, ekonominin mantığı gereği, büyüklere avantaj sağlıyor. Eğer bu süreç doğru yönetilmezse, rekabet ortamı bozuluyor. Piyasalar, tamamen büyük şirketlerin kontrolüne giriyor. Kobilerimiz ve sanayicimiz fasoncu haline geliyor.
Bakın KOBİ’lerin ekonomi için ne kadar önemli olduğuna dair bir rakam vereyim. Buna hiç kimse dikkat etmiyor. Bugün ihracatın yüzde 63’ünü KOBİ’ler yapıyor. İthalatınsa sadece yüzde 39’unu. Demek ki dış ticaret açığının çözümü de KOBİ’lerde.
KOBİ’lerin de büyüyebilecekleri ve büyük şirketler tarafından piyasadan silinmeyecekleri, onlarla eşit şartlarda rekabet edebilecekleri bir eko-sistem lazım. Bunun için dünyada benimsenen bir sistemi, ülkemizde de uygulamalıyız. Bu da “Kalkınma Temelli Kamu Satın Alma Politikasıdır”.
Biz kamu alımlarında yabancı ürünlere kucak açtığımız için, “yabancı ülkelerin şirketlerini” desteklemiş oluyoruz. Böyle devam edersek, Anadolu’nun KOBİ’lerinden “yarının küresel şirketleri” çıkmaz.
Kamu alımlarında da KOBİ’ler lehine düzenleme yapılmalı. Mevzuatta bazı hükümler var ama uygulaması zayıf. Mesela sayın Başbakanımızın talimatıyla, kamu alımlarında yerli üretime yüzde 15 fiyat avantajı uygulanması kararı alınmıştı. Ama ne yazık ki bürokrasi bunu uygulamadı. Kamu mal alım ihalelerinin yüzde 93’ünde bu karar işletilmedi.
Belediyeler bile gidiyor, ülkemizde üretileni değil, ithal olanı tercih ediyor. Hükümetimiz de bu genelgenin uygulanmadığını gördü. 3 ay önce yerli malına fiyat avantajı sağlayan yeni bir düzenleme getirdi. Olumlu yönde atılmış bu adımın uygulamaya da yansımasını bekliyor ve teşekkür ediyoruz.
Şimdi benzer bir düzenleme de, ofset işlemlerine getirilmeli. Bu sayede milli sanayimiz için yeni iş ve teknoloji edinme imkânları doğacaktır.
Son dönemde canımızı yakan hususlardan biri de Bankaların bize yüklediği maliyetler. Zaten küresel finansman koşulları yüzünden özel sektörün kredi maliyetleri arttı. Bunun üstüne bir de, bankaların her yıl artan işlem ücretleri biniyor.
Reel sektör, bankalara farklı isimler altında; harç, komisyon, dosya ücreti ödemekten bıktı. Zaten bu kadar faiz ödediğimiz bankalar, bir de dosya ücretine mi muhtaç durumda? Bu dönemde reel sektör hapşırırsa, bankacılık sektörü grip olur. Bankalara sesleniyorum; artık bu vicdansızlığı, “hep bana” anlayışını bırakın. Unutmayın, KOBİ varsa siz varsınız!
Bu noktada iğneyi bir de kendimize batırmak ve bir özeleştiri yapmak isterim. Yaptığımız anket çalışmaları önemli bir gerçeği daha gösterdi. Şirket ölçeği ne kadar küçükse, çekilen sıkıntı o kadar artıyor. Ama bizler hala küçük olsun benim olsun anlayışını terk etmiyoruz, güçlerimizi birleştirmiyoruz.
Hâlbuki birlikte hareket etmek bizim kültürümüzde var. Şirketlerimiz artık bu kültürü harekete geçirsin, güçlerini birleştirsin. Alırken, satarken, bankayla pazarlık yaparken, güçlü olmak istiyorsanız, şirketinizi büyütün. Bunun için sermayeniz yoksa ortaklık kurun, birleşin. Halka açılın.
Sizin talimatınızla Oda-Borsa Başkanlarımız ve başarılı işadamlarımız için yeşil pasaport çalışmaları yapıldı. Ancak buradan defalarca dile getirdim, bunları hayata geçiremedik. Yeşil pasaportlu zihniyet buna engel oldu.
Unutmayalım, ülkemizi sadece bürokratlarımız değil, iş adamlarımız da temsil ediyor. Girişimcilerimizin itibarı, ülkemizin itibarıdır. Başarıları, ülkemizin başarısıdır. Artık bizim ayağımızdan şu prangaları söküp atın! Biz de Türk firmalarını dünyaya açalım.
İş âleminin önemli bir sıkıntısı da bölgesel kalkınma ajanslarında özel sektörün ikinci plana atılması. Biz yerel kalkınma projelerinin hayata geçirilmesi için Kalkınma Ajanslarına çok önem veriyoruz.
Bunu sağlamak için de, yerel aktörlere daha etkin rol verilmesini gerekli görüyoruz. Başta Valilerimiz olmak üzere bürokratlarımız, gittikleri illerde belirli bir süre için görev yapıyor. Yani ne ilin geçmişini hissedebiliyor, ne de projelerin öncesini ve sonrasını takip edebiliyor.
Oysa Oda ve Borsalarımız o şehrin hafızasıdır, iş âleminin asli temsilcileridir. Şehirleri için yapılan projeleri kendi işleri gibi sahiplenip sonuna kadar takip ederler. Bu nedenle İl ve Bölgelerde Kamu-Özel sektör el ele vermeli, öncelikler ortak akılla belirlenmeli.
Avrupa Birliği, istikrar ve demokrasiyi geliştirmenin önemli bir aracıdır. Ekonomik açıdan da AB süreci ülkemize fayda sağlıyor. Bundan sonra da bizi rekabetçi seviyede tutacak pazar Avrupa Birliği pazarıdır. Zira AB, hala dünyanın alım gücü en gelişmiş, bize en yakın pazardır. Yakın gelecekte de böyle olacak.
İş dünyası olarak biz, AB değerlerini sonuna kadar destekliyoruz. Bu süreçte AB liderlerinin vizyonsuzluğu ve önyargılı yaklaşımları, bizi gerekli reformları yapma irademizden vazgeçirmesin.
Öte yandan Gümrük Birliği, AB’nin 3. ülkelerle yaptığı ama bizi dahil etmediği Serbest Ticaret Anlaşmaları yüzünden aleyhimize dönmeye başladı. Bu yetmezmiş gibi, bir de önümüze taşıma kotaları ve tarife dışı engeller konuluyor. Bizi dışlayan, bize zarar veren bu yapı mutlaka değişmeli.
Önümüzdeki döneme ilişkin önemli bir konu daha var; yeni Anayasa. Evrensel standartlarda, AB normlarına uygun, demokratik bir anayasanın gerekli olduğu, toplumun her kesimince kabul ediliyor.
Bu sayede; Yasama, yürütme ve yargı erklerinin ahenk içinde çalışması mümkün olacak. Demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti yapımız kurumsallaşacak. Mustafa Kemal Atatürk’ün bizlere emaneti olan Cumhuriyetimiz, muasır medeniyet hedefine ulaşacaktır.
Bu süreçte Meclisimize, siyasi partilerimize ve bütün kurumlarımıza önemli görevler düşüyor. Türkiye’nin geriye gitmesine, kavga, karmaşa ve belirsizlik ortamına sürüklenmesine izin vermeyelim.
Ülkemizde; kavganın değil huzurun, çatışmanın değil diyaloğun hâkim olmasını sağlayalım. Demokrasiyi ve kalkınmayı sekteye uğratacak her girişimin de karşısında duralım. Böyle bir Türkiye için kenetlenip, böyle bir Türkiye için, hep birlikte daha fazla çalışalım. Ve bu çerçevede yeni Anayasamızı artık hayata geçirelim.
Türkiye’nin tüm müteşebbislerinin temsilcileri bu salonda! Biz “Türkiye’ye hizmet etmek için” gecesini gündüzüne katan, kocaman bir aileyiz. Biz, her sabah dükkânını “dualarla” açan, siftahını “besmeleyle” yapan, gün sonunda işyerinden “hamdolsun” diye çıkan tüccarlarız. Biz Anadolu kaplanlarıyız.
Biz, helal rızık peşinde koşan, Ardahan’dan Edirne’ye bu ülke için çalışan neferleriz. 7 bölgedeyiz, 81 ildeyiz. Her renkten, her görüşten, her nakıştanız. Bizim yolumuz doğru, gönlümüz Hak’ta. Bizim davamız bir, sevdamız bir, aşkımız bir. Kalkınmış bir Türkiye, büyük bir Türkiye, zengin bir Türkiye. Güçlü ekonomisi ve kaliteli demokrasisi ile dünyanın hayranlıkla izlediği lider bir Türkiye.
Bizim hedefimiz bu! Bizim tarafımız bu! Bizim siyasetimiz bu! “Türkiye yerinde saysın” diye umanların rüyaları asla gerçek olmayacak. Türkiye dünyanın en büyük 10 ekonomisinden biri olacak.
Bunu, bu salonu dolduran sizlerin temsil ettiği iş dünyası, tüccar ve sanayiciler yapacak. Sizler yatırım yaptıkça, ürettikçe, istihdam ve ihracat sağladıkça Türkiye kalkınacak. Allah’ın izniyle hep birlikte bunu da başaracağız.
Üstad’ın dediği gibi: “Sanma bu tekerlek kalır tümsekte, yarın elbet bizim, elbet bizimdir. Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir”
Hedeflerimize ulaşacağız. Hayalleri hep birlikte gerçek yapacağız. “Varmak için menzile, yürüyeceğiz gündüz gece.” Yarın bizimdir, yarın Türkiye’nindir, yarınlar bu milletindir.
Allah gönlümüzü zengin, emeğimizi ve kazancımızı bereketli, milletimizin birlik ve beraberliğini daim kılsın. Yolumuz açık olsun. Allah hepimizin yardımcısı olsun.
sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.