Yeditepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Bölüm Başkanı Prof. Dr. Serap İnal, dünya nüfusunun yüzde 10’nunun herhangi bir nedenle engeli olan kişilerden oluştuğunu belirterek, gerçekte dünyadaki engellik oranının yüzde 5 ile yüzde 15-20 arasında değiştiğini söyledi. Üçüncü dünya ülkelerinde engelli nüfusunun yüksek olmakla birlikte, gelişmiş ülkelerde de engelli nüfusunun giderek arttığını ifade eden Prof. Dr. İnal, “Bu ikilemi gelişmekte olan ülkeler açısından yaşlı nüfusun giderek artmasına, yetersiz fiziksel aktivite, bozuk beslenme, sigara ve alkol kullanımı nedeniyle ortaya çıkan kalp ve damar hastalıklarının ve obezite gibi sorunların yaygınlaşmasına; gelişmiş tedavi olanakları nedeniyle süreğen hastalığı veya engeli olan kişilerin yaşam sürelerinin daha uzun olmasına bağlanıyoruz” dedi.
Avrupa Birliği ülkelerinde yaşayan yaşları 16-64 arasında olan kişiler arasında süreğen hastalığı veya engeli olan kişilerin genel nüfusun yüzde 15,7’sini oluşturduğunu belirten İnal, buna göre her dört aileden birinde engeli olan bir kişi bulunduğunu belirterek şöyle devam etti: “Avrupa Birliği’nde çalışan nüfusun altıda birini oluşturan bu durum, ülkeler ele alınarak tek tek incelendiğinde süreğen hastalığı ve engeli olan kişiler en yüksek oranda sırasıyla Finlandiya (yüzde 32.2), İngiltere (yüzde 27.2) ve Hollanda’da (yüzde 25.4); en düşük düzeyde ise, İtalya (yüzde 6.6) ve Romanya’da (yüzde 5.8) görülüyor. Bu farklılıkların şüphesiz tıbbi nedenleri yanı sıra, sosyokültürel ve ekonomik boyutları da bulunuyor. Bu grubun içinde yer alan kadınlar, çocuklar ve yaşlılar daha fazla sorun ile karşı karşıya kaldıklarından, özellikle üzerinde durulması gereken grupların başında olarak kabul ediliyor.”
Ülkemizde süreğen hastalığı veya engelli olan kişilerin genel nüfusun yüzde 12.29’unu oluşturduğunu ifade eden Prof. Dr. İnal, “Bu hemen hemen 8,5 milyon kişi anlamına geliyor. Avrupa Birliği’nin veya yüzde 18 olan Kuzey Amerika ve yüzde 20 olan Avustralya’nın verileri ile karşılaştırıldığında, bu oran çok yüksek görünmeyebilir. Ancak ülkeler arasındaki sosyokültürel ve ekonomik farklılıklar göz önüne alındığında, ülkemizde engeli olan kişilerin özellikle Batı Avrupa ülkelerinde yaşayanlara göre engellilik halinden çok daha fazla etkilendiklerini söyleyebiliriz. Özellikle süreğen hastalıklar nedeniyle engeli olan yüzde 9.70 oranındaki vatandaşımızın dışında kalan ve Dünya Sağlık Teşkilatı’nın (2001) tanımına uyan bir engeli (bedensel, zihinsel, görsel, işitme ve konuşma) olan ve toplam nüfusumuzun yüzde 2,58’ini oluşturan grubun, yaşam kalitesi sahip olduğu özür ve engel nedeniyle ciddi boyutta olumsuz etkiliyor” dedi.
Prof. Dr. Serap İnal şöyle devam etti; “Özür ve engeli olan kişilerin, onlar ile yaşayan, bakımlarını sağlayan ailelerinin eğitimlerinin yanı sıra, toplumun bakış açısının değiştirilmesi amacıyla her hangi bir özrü veya engeli olmayan kişiler de engellilik kültürü hakkında eğitilmeli. Çok naif olan toplumumuzda zaman zaman da dile getirilen yardım ve acıma duyguları yerine tanıma, kabul etme, empati kurma fikirlerinin yerleştirilmesi gerekiyor. Bunun için kişileri birer birey olarak kabul etmeli ve toplum içine katılımlarının artırılması, bir başka ifade ile entegrasyonları sağlanmalı. Sonuç olarak kişinin geldiği toplumun sosyoekonomik düzeyi ne olursa olsun eğer toplum onu engeliyle birlikte kabul etmiş ise, yaşının, mesleğinin, sosyal durumunun gerektirdiği aktivitelere katılıyorsa, yetersizliklerine karşın bağımsız, aktivite düzeyi yüksek bir birey olarak kabul görecektir.”
Engellilik durumundaki artışın nedenleri arasında stres de yer alıyor
Yeditepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Yelkin Diker Coşkun ise dünyada ve ülkemizde engelli insanların sayısının arttığını belirterek, olağan genel durumların yanı sıra günümüz yaşamının önemli olgusu olan stresin yol açtığı depresyon gibi rahatsızlıkların artması, nedenleri henüz tam olarak tanımlanamayan bazı hastalıkların (otizm, asperger vb) görülme artışı, nüfusların yaşlanma ortalamasının yükselmesi ile birlikte engellilik durumlarının sık görülmesi, Alzheimer, diyabet, kalp ve damar hastalıkları ile ilgili kronik sorunların dünya çapında görülmesi bu artışın nedenleri arasında yer aldığını belirtti.
Özel gereksinimli bireylerin yaşadıkları sorunlar; sosyal dışlanmışlık, sağlık hizmetlerine ve eğitime erişim ile meslek yaşamına katılamama gibi temel hak ve özgürlüklerine erişimin engellenmesi olarak sıralanabileceğine dikkat çeken Yrd. Doç. Dr. Coşkun, “Engelli bireyler ülkemizde toplum içinde genel varlıklarıyla kabul görüyor olmakla birlikte yaşadıkları sorunlar nedeniyle toplumla uyum içinde yaşama fırsatı yakalayamıyor. Bu sorunlar engelli bireyin engel nedeni ile ilgili olmayıp çoğunlukla toplumun önyargıları, engelli bireye karşı ilgisizliği gibi dışsal etkenlere dayanıyor. Engelli bireyler üretken ve gelir elde edecek şekilde çalışma yaşamına katıldığı takdirde verimli olur. Engelli bireyler, engel türüne göre farklılaşmakla birlikte hemen her alanda kendine uygun meslekler edinebilirler. Ancak Türkiye’de var olan önyargılar ve mevzuatın tam olarak hayata geçirilememesi nedeniyle iş ve meslek yaşamına katılmakta güçlük yaşıyorlar. Gelişmiş ülkeler, özel gereksinimli bireylerin eğitim ve sosyal ihtiyaçlarının düzenlenmesi ile ilgili yasal düzenlemeleri tamamlamış ve bu düzenlemelerin yaşama geçirilmesine dönük kritik önlemleri uygulamıştır” dedi.
Dünyada doğduktan sonra koruma altına alınıyorlar
Yrd. Doç. Dr. Coşkun Dünyadaki ve Türkiye’deki durumu şöyle anlattı; “Amerika, Kanada, İsveç ve İrlanda gibi pek çok ülkede engelli bireyler doğumlarından itibaren ulusal veri tabanlarında kayıt altına alınmakta ve bu veri tabanı ilgili tüm kurumlar tarafından koordinasyonlu biçimde kullanılıyor. Böylece engelli birey hayatı boyunca sağlık, eğitim ve mesleki gelişimi açısından izlenmekte ve gerekli destek kendisi daha talep etmeden her aşamada veriliyor. Ülkemizde ise özel gereksinimli bireylerin sayısı resmi kayıtlardan tam olarak bilinmemekle beraber, şu anda 1 milyon 600 bine yakın kayıt bulunuyor. Güncel istatistiksel verilerin bulunmaması bile ülkemizde alınması gereken daha pek çok yol olduğunu gösteriyor. Türkiye’de eğitimde erişilebilirlik hala uygulamada büyük bir sorun. Okulların binaları uygun değil ya da okulun içine ulaşılsa da uygun eğitim alınamıyor
Türkiye’deki sorunlar;
– Türkiye’de bir iki okul dışında işaret dilini bilen öğretmen bulunmuyor.
– Normal sınıflarda akranlarıyla birlikte öğrenim görebilecek engelli öğrencilere yönelik öğretmen, veli ya da yöneticilerin olumsuz tepkilerini ortadan kaldıracak çözümler üretilemiyor. Bu nedenle engellilere tanınan “özel eğitim veya kaynaştırılmış eğitim” uygulamaları da istenen düzeyde fayda sağlanamıyor.
Eğitimde süreklilik ilkesi engelli çocuklar için çok daha kritik bir öneme sahip. Ülkemizde zorunlu eğitimi güç şartlarda da olsa tamamlayan engelli bireylerin yükseköğretime erişimi ise oldukça güç. Sonuç olarak engelliliği önleme, belirleme ve değerlendirme konusunda yaşanılan eksiklikler ile fiziksel donanım eksikliği ve donanımlı personel ile özel eğitim ve kaynaştırma eğitim programlarının uygulamada yetersizliği nedeniyle engelli bireylerin toplumla bütünleşmesi kısıtlanıyor.”
sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.