Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın desteğinde, Nükleer Mühendisler Derneği ve Sürdürülebilir Üretim ve Tüketim Derneği tarafından 30-31 Mayıs tarihinde İstanbul’da “Nükleer Santraller Zirvesi” düzenlenecek. Hacettepe Üniversitesi Nükleer Enerji Mühendisliği Öğretim Üyesi, Zirve Başkanı Doç. Dr. Şule Ergün, nükleer santrallerin ilk kez Türk akademisyen ve mühendislerinin önderliğinde masaya yatırılacağını belirterek, “Nükleer santraller konusunda toplumda ciddi bilgi kirliliği var. Nükleer enerji ve santraller ile ilgili neyin doğru neyin yanlış olduğunun tam olarak bilinmemesi sebebiyle oluşan önyargıların bilimsel veriler ile aydınlatılması gerekiyor” dedi.
Doç. Dr. Şule Ergün, yazılı açıklamasında, zirvede ana hedeflerinin, konuyu farklı açılardan değerlendirerek vatandaşları nükleer santraller ile ilgili gerçek anlamda bilgilendirmek olduğunu belirtti.
Ekonomik gelişmelere bağlı olarak artan enerji ihtiyacının karşılanabilmesi için, Türkiye’nin de yenilenebilir ve temiz kaynaklı büyük enerji projelerini uygulamak zorunda olduğunu ifade eden Doç. Dr. Şule Ergün, çevreye olası olumsuz etkileri en aza indirgenerek tasarlanan nükleer santrallerin, Türkiye’nin temiz enerji ihtiyacını karşılayacak kaynaklardan biri olabileceğini kaydetti.
Hem dünyada hem de ülkemizde enerji ihtiyacı büyürken, bu ihtiyacı yenilenebilir ve temiz enerji kaynaklarından üretme bilincinin oluşmasının önemine işaret eden Ergün, “Henüz geçtiğimiz yüzyılda bu bilinç oluşturulmadan, özellikle fosil yakıtlı santrallerden gerekli önlemler alınmaksızın enerji üretilmiş olmasının günümüzdeki ve yakın gelecekteki muhtemel sonuçlarını yaşamaktayız. Enerjiyi ucuz, güvenli ve sürekli üretmenin gereği, geçmişte ne yazık ki çevre etkilerine ve bu etkilerin zamana yayılan sonuçlarına gerekli olan önemin verilmemesine neden oldu” dedi.
“En önemli kaygı radyoaktif etkiler”
Dünyada birçoğu yerleşim yerlerinin yakınında konumlandırılan ve güvenle çalışmaya devam eden 430’dan fazla nükleer santral olmasına rağmen, ülkemizde nükleer santraller ile ilgili en önemli kaygının radyoaktif etkileri ile ilgili yaşandığını belirten Ergün, şunları söyledi:
“Aktif bir nükleer santralin çevreye yaydığı radyasyonun, doğal radyasyon içindeki payı yok denecek kadar azdır. Örneğin; nükleer santraller yüzünden maruz kalınan radyasyon dozu, doğal ve diğer yapay kaynaklar nedeniyle maruz kalınan toplam radyasyon dozunun yüzde birinden azdır. Toplumda nükleer santraller ile ilgili öncelikli kaygıları, yaşanan kazaların tetiklediğini biliyoruz. Güvenlik unsurlarının tam olarak uygulanması, güvenlik kültürüne sahip olunması durumunda ve santrallerin güvenlik sistemleri sayesinde, düşünülebilecek en kötü kaza sonucunda bile, halka ulaşacak radyasyonun, halkın sağlığını etkilemeyecek seviyelerde olması sağlanabilir”
Güvenlik unsurları
Nükleer santrallerde birinci önceliğin güvenlik unsurlarının eksiksiz sağlanması olduğuna dikkati çeken Doc. Dr. Ergün, ilerleyen teknolojik unsurlar ile 3. nesil nükleer santrallerde yedekli ve çeşitli güvenlik sistemleri, arttırılan güvenlik kapasiteleri ve pasif güvenlik sistemleri ile en ciddi kaza sonucunda dahi radyasyonun halka ulaşma riskinin azaltıldığını belirtti. Nükleer santrallerde, dışarıya çıkan gazların ve sıvıların radyoaktivitesinin sürekli olarak ölçülmesi gerektiğini söyleyen Ergün, “Radyoaktivitenin belirlenen sınırların üzerine çıkmasını önlemek için santralden çıkan gazlar ve sıvılar filtrelenir. Olabilecek en kötü kaza durumunda aktif ve pasif olarak devreye giren acil durum güvenlik sistemleri ve bunların bütünlüğünü koruduğu radyasyon bariyerleri, radyasyonun halka ulaşmasını önlemektedir“ diye konuştu.
“Nükleer santrallerin küresel ısınmaya etkisi yok denecek kadar az”
Doç.Dr. Ergün, nükleer santrallerin diğer santrallere kıyasla olumlu çevresel etkileri bulunduğunu bildirerek, şunları söyledi:
“Nükleer santrallerin, karbondioksit salınımı yapmadıkları için, küresel ısınmaya etkileri yok denecek kadar az. Buna karşın katı fosil yakıtlı termik santrallerden çevreye, sürekli olarak büyük miktarlarda karbondioksit, kükürtdioksit ve azotoksitler salındığı bilinmekte. Örneğin, 1000MW gücündeki bir kömür santralinden, her yıl atmosfere, 6,5 milyon ton karbondioksit, 8 bin ton kükürtdioksit ve 4,5 bin ton zehirli partikül salınmakta.”
Bir nükleer santralin 7 yılda Türkiye enerji sistemine eklenmesi varsayımı ile karbondioksit salınım değerlerinde yüzde 9 ile 17 arasında düşüş öngörüldüğünü vurgulayan Doç. Dr. Şule Ergün, “Aynı senaryoda olumlu çevresel faktörlerin yanı sıra nükleer enerji üretimi ile yerli kaynakların tasarrufsuz tüketiminin azaldığı, ülkemizdeki kömür rezervlerinin kullanım süreleri arttığı, yakıt çeşitliliğinin artarak doğalgaza olan talebin düştüğü verilerine de ulaşılmaktadır” dedi.
sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.