İktisadi Kalkınma Vakfı (İKV), Türkiye ve AB arasında vize muafiyeti süreci ve geri kabul anlaşması imzalanmasına ilişkin görüşlerini kamuoyuna duyurdu. İKV’nin açıklaması şöyle:

İKV olarak, Türk vatandaşlarının Schengen üyesi AB üye ülkelerinde vizeden muaf bir şekilde dolaşımının sağlanması sürecinin kritik adımlarından birini oluşturan Geri Kabul Anlaşması’nın ve Vize Serbestisi Diyaloğu Mutabakat Metni’nin, 16 Aralık 2013 tarihinde taraflarca imzalanmasını memnuniyetle karşılıyoruz.

Hiç şüphesiz modern sınır yönetimi anlayışının bir gereği olarak geri kabul, düzensiz ve yasadışı göç ile mücadele edilmesi, bu sayede sınırlar içerisinde ve dışarısında güvenliğin tesisi açısından, tüm ülkeler için büyük önem arz eden ve kurulması elzem olan bir mekanizmadır. Türkiye için, üyelik müzakerelerini yürüttüğü AB ile geri kabul mekanizmasının kurulması, AB üyelik şartlarının ötesinde, ülkemizin güvenliği açısından büyük önem arz etmektedir.

Geri Kabul Anlaşması’nın imzalanması ile birlikte, Aralık 2012 tarihinde Avrupa Komisyonu tarafından Türkiye’ye iletilen vize serbestliğine yönelik yol haritasının da, Türkiye’nin talep ettiği değişiklikleri içerir şekilde resmiyet kazanması söz konusu olmuştur. 1980’li yıllardan bu yana, Schengen üyesi AB üye ülkelerine ticari, turistik, eğitim veya ailevi sebeplerle seyahat etmek isteyen tüm Türk vatandaşları için, bir kâbus haline gelen vize uygulamasının bu kapsamda ele alınıyor olması, sevindiricidir.

Unutulmamalıdır ki; Türk vatandaşlarının serbest dolaşımı, Türkiye-AB Ortaklık Hukuku, Gümrük Birliği ve Eylül 1987 tarihliDemirel Kararı ile başlayıp, Ekim 2013 tarihli Demirkan Kararı’na kadar uzanan ve AB içerisinde yer alan “en yüksek mahkeme” konumunda bulunan ABAD’ın 50’nin üzerindeki kararı çerçevesinde, vize uygulamasının başladığı 1980’li yıllardan bugüne, serbestleşme yönünde sürekli olarak evrilmiştir. Şubat 2009 tarihinde ABAD, verdiği Soysal kararında AB üye ülkeleri tarafından Türk vatandaşlarına uygulanan vizenin, Katma Protokol’ün 41/1. Maddesine, bilinen ismiyle “standstill” kuralına aykırı olduğunu en yüksek perdeden dile getirmiştir. Bu halen geçerliliğini koruyan bir karardır. Ancak aradan geçen 30 yılı aşkın süre boyunca, AB üye ülkeleri tarafından Türk vatandaşlarına vize uygulanması ve bu uygulamanın zaman içerisinde daha katı bir hal alması, 2013 yılında ilişkilerinde 50. yılı geride bırakan Türkiye ve AB için, kabul edilmesi güç bir gerçektir.

Türkiye ile AB arasında Geri Kabul Anlaşması’nın imzalanması ile birlikte, Vize Serbestisi Diyaloğu Mutabakat Metni’nde imzalanmasıyla, Türk vatandaşlarının serbest dolaşımına ilişkin AB ile vize diyaloğu resmi olarak başlatılmış; Türkiye ile AB, yıllardır taraflar arasında uzun ve hararetli tartışmaların yaşandığı bu konuda, farklı bir sürece ilk adımı atmışlardır. Yıllardır devam eden ve Türk vatandaşlarının birebir deneyimlediği vize sorunu düşünüldüğünde, bu yeni gelişmeyi desteklenmesi gereken, iyi niyetli bir girişim olarak değerlendirmek gerekir. Siyasi, ekonomik, hukuki ve en önemlisi de insani her türlü normu zorlayan vize uygulaması konusunda, yıllardır süregelen kör düğümün çözülmesi adına atılmış bu adım, hiç şüphesiz kuralların net şekilde belli olduğu bir süreç olması itibariyle, her iki taraf için daha olumlu bir ortamda seyir imkânı sağlayacaktır.

Ayrıca AB’nin özellikle Batı Balkanlarda ve komşu coğrafyalarda müzakere ettiği veya etmekte olduğu benzer süreçlerin varlığı da düşünüldüğünde; Türkiye ile yürütülmeye başlanacak vize diyaloğu sürecinde, Türkiye’nin takip edebileceği model veya modellerin bulunması, Türkiye’nin yolunda daha sağlam adımlar ile ilerlemesine olanak sağlayacaktır.

Bu noktada, söz konusu geçmiş deneyimlere ilişkin çok önemli bir noktanın altını özellikle çizmek gerekir: vize kolaylaştırma ve geri kabul anlaşmaları müzakereleri başlangıç olarak kabul edildiğinde, Sırbistan, Karadağ ve Makedonya vatandaşları yaklaşık iki yılda; Arnavutluk ve Bosna-Hersek vatandaşları ise yaklaşık üç yılda, vizeden muaf bir şekilde Schengen üyesi AB üye ülkelerinde dolaşma hakkı elde etmişlerdir. Bu ilgili tarafların açık ve samimi niyet ve irade göstererek, bütüncül şekilde sürdürdükleri bir süreç olması sebebiyle hızlı şekilde ilerlemiş ve siyasi literatürde AB’nin dış politikada benimsediği “başarılı bir örnek” halini almıştır. Sürecin daha ilk adımlarında, bu ülkelere “katı ama adil” (“strict but fair”) uyarısı yapılmış; Batı Balkan ülkeleri katı kuralları yerine getirirken; başta Avrupa Komisyonu olmak üzere tüm Avrupalı muhataplar da sürecin düzgün işleyişi için hakkaniyet konusunda ellerinden gelen çabayı göstermiştir.

Bugün gelinen noktada, Türkiye’nin de beklentisi yalnız bu olabilir: sürecin katı olsa da, adil şekilde işletilmesi; AB tarafında daha önce sergilenen bütüncül ve istekli yaklaşımın Türkiye için de benimsenmesi.

Türkiye hâlihazırda 2010 yılından bu yana, vize serbestliği yol haritasında öngörülen kriterlerin karşılanmasında büyük çaba sarf etmiştir. Bu taraflarca yadsınmaması gereken bir gerçektir. Haziran 2010 tarihi itibariyle biyometrik pasaportlara geçiş sağlanması; Nisan 2013 tarihi itibariyle, AB standartlarının bile ötesine geçen Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun yürürlüğe girmesi; İçişleri Bakanlığı tarafından Avrupalı muhatapların eşliğinde Entegre Sınır Yönetimi Eylem Planlarının oluşturularak, Türkiye’nin mevcut geri kabul ve mülteci kabul kapasitesinin önemli ölçüde artırılması, Türkiye tarafından sarf edilen çabanın önemli göstergeleridir.

Batı Balkanlarda olduğu gibi, Türkiye için de katı ve zor olacak bu süreç, elbette ülkemizin daha önce yaptığı çalışmalara devam etmesi ve özellikle uygulamadaki eksiklikleri gidermesi ile tamamlanabilir. Ancak tekrar vurgulamakta fayda görüyoruz ki; Türkiye’nin AB’den beklentisi tüm bu süreci, aynen Batı Balkan ülkelerinde olduğu gibi kolaylaştırıcı, destekleyici ve hakkaniyet sınırları çerçevesinde işletmesi ve Türkiye’ye de adil davranmasıdır. Türkiye açısından önemli bir yük teşkil edecek geri kabul anlaşmasının imzalanması Türkiye’nin yasadışı göçün önlenmesi konusunda AB ile yük paylaşımına hazır olduğunu teyit etmiştir. Ancak AB tarafının da, Türkiye’yi maddi ve teknik açısından desteklemesi büyük önem taşımaktadır. Vize serbestliği müzakereleri ucu açık bir süreç olarak görülmemeli; koşullar yerine getirildiği anda, Türk vatandaşları vizeden muaf bir şekilde Schengen üyesi AB üye üyelerinde serbestçe dolaşmalıdır. O aşamada, Türkiye’nin önüne yapay engeller çıkarılmasının yıkıcı etkileri olabileceği unutulmamalı; Türk vatandaşlarının beklentileri boşa çıkartılmamalıdır.

Öte yandan AB, Türkiye ile paylaştığı 50 yılı aşan geçmişi ve Türkiye’nin üyelik müzakerelerini yürüten bir aday ülke olduğu gerçeğini göz ardı etmemelidir. Kasım 2013 tarihinde yeni bir başlığın açılması ile yeniden canlanan müzakere sürecinin, hızla nihai hedef olan tam üyeliğe doğru ilerlemesi, her iki tarafın da temel önceliği olmalıdır. Türkiye’nin Gümrük Birliğinden, yasadışı göçün önlenmesine kadar her alanda gerçekleştirdiği uyum çalışmaları ve hazırlıklar, AB üyeliği hedefine yöneliktir. Tam üyelik hedefi iki tarafın her türlü işbirliği adımlarının ana kapsamını oluşturmaktadır. Bu bağlamda, müzakere sürecini tıkayan sorunların biran önce çözülmesi ve sürecin hızlandırılması arzu edilir.

Türk vatandaşlarına vize muafiyetinin sağlanması alanında, yepyeni bir sürece adım atan Türkiye ve AB’nin, bu süreci en kısa zamanda, tarafların tüm hassasiyetlerine duyarlı bir şekilde tamamlaması, hiç şüphesiz bu alanda yıllardır çaba sarf eden bir kurum olan İKV’nin, en büyük arzusudur.


sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

Bir yanıt yazın