490-351

Gizem A. WEBER >>  2011 yılında Japonya’da yaşanan Fukuşima felaketinin ardından Almanya, nükleer enerji üretiminden vazgeçme kararı aldı. Ülkede 2020 yılına kadar kademeli olarak 17 nükleer santralin kapatılması planlanıyor. Diğer bir hedefse, 2050 yılına kadar elektrik enerjisinin yüzde 80’inin “yeşil”, yani güneş, rüzgar, su ve biyokütle gibi yenilenebilir enerji kaynaklarından elde edilmesi. Schönau Elektrik Santrali’nin (1) enerji danışmanı Dr. Eva Stegene göre bunca yıl beklemeye gerek yok. Almanya yenilenebilir enerji kaynaklarına daha fazla ağırlık vererek, birkaç yıl içinde yeşil elektrik talebine yüzde yüz cevap verebilecek yapıya sahip. Sadece insanları aydınlatmak ve medyadaki enerji dönüşümüne dair bilgi kirliliğine fırsat vermemek gerekiyor.

Almanya’nın “güneş şehri” Freiburg’a yaklaşık 40 kilometre mesafede, Kara Orman içinde yemyeşil bir doğa mucizesi Schönau. 2500 kişilik nüfusuyla bir kasaba. Bu küçük yerleşim yerini meşhur kılansa, enerji üretiminde gerçekleştirdikleri devrim. Abartı yok! Tam
anlamıyla bir yeşil enerji devrimi: Alışılagelmiş sistemi yıkıp, sıfırdan yeni bir başlangıç. Atom enerjisiz. İklim dostu. Vatandaşa ait. Hayata geçirdikleri model, dünyanın dört bir yanından meraklıları bu “hava kaplıcasına” çekiyor. İzledikleri yol boyunca kazandıkları ulusal ve uluslararası ödüllerle ‘nerdeyse’ hiç reklama ihtiyaç duymadan tanınırlıklarını arttırmayı başarmışlar. Nerdeyse diyorum, çünkü bir defaya mahsus, yerel elektrik şebekesini satın alabilmek için ihtiyaç duydukları bağış kampanyasına “Ich bin ein Störfall”* sloganıyla bir reklam acentesi gönüllü destek vermiş.

Schönau Elektrik Santrali’nin (EWS) kuruluş hikayesi, 20. yüzyılın en büyük nükleer enerji felaketiyle başlamış: 26 Nisan 1986, Çernobil. Ukrayna’daki patlamanın etkileri 2000 kilometrelik bir alana yayılırken, Almanya’nın güneybatısındaki bu kasaba da nükleer reaktör kazasının olası sonuçlarına katlanmak zorunda kalmış. Ne siyasi, ne de ekolojik bir tavırla, sadece çocuklarının geleceğinden endişe duydukları için ‘nükleere hayır’ prensibiyle kurulan Schönau Ebeveynler Girişimi, zamanla çevre dostu, sürdürülebilir enerji üretimi arayışında olan bir halk hareketine evrilmiş. Bu hareketi başlatanlarsa sayısı iki elin parmaklarını geçmeyen bir grup kasabalı. Dönemin Schönau ve çevresindeki elektrik hatlarının yönetiminden sorumlu tekelci şirkete -Kraftübertragungswerke Rheinfelden (KWR)- karşı verdikleri mücadeleyiyse, iki halk oylaması sonunda kasabanın geri kalanından aldıkları destekle kazanıyorlar. Yüzde yüz demokratik yolla elde edilen bir başarı, insanı imrendiren bir dayanışma ve bilinçlilik örneği.

Schönau’luların Çernobil felaketinin ardından başlattıkları enerji tasarrufu kampanyasıyla, ilk senenin sonunda enerji tüketimde yüzde 10 düşüş yaşanıyor. Kasabaya elektrik sağlayan KWR’den beklentileriyse, tüketimi değil, tasarrufu teşvik eden ve atom enerjisinden bağımsızlaşmayı amaç edinen bir tarife sunması. Aldıkları cevap olumsuz: “Biz elektrik tüketiminden para kazanıyoruz, neden tasarrufa yardımcı olalım? Dikkat edin, sizden davacı olmayalım, yaptığımız işe zarar veriyorsunuz!” Bunun üzerine Schönau Belediyesi ile KWR arasında imzalanmış ve bitimine dört sene kalmış olan kamu hizmeti imtiyaz sözleşmesinin, 20 senelik bir dönem için yeniden uzatılmasını önlemeye karar veriyorlar. On yıllık bir mücadelenin sonunda, Almanya’da benzerine rastlanmamış bir olaya imza atıyorlar. 1997 yılında, bir halk girişimi kendi belediyesinin elektrik hattını satın alıp, üretimi üstlenip doğrudan kendisi işletmeye başlıyor.

Peki “Elektrik hattı üzerindeki mülkiyetin ekolojik enerji politikasıyla ilgisi ne” diye soracak olursanız… 1998’de Almanya’da elektrik piyasasının liberalleşmesine kadar elektrik hattının mülkiyetine sahip olmak özel bir anlam taşıyordu: Yerel elektrik hattına sahip olan elektrik karışımına (nükleer enerji ve kömürden elde edilen) da karar veriyordu. Çünkü elektrik satıcısı aynı zamanda elektrik ağının işletmecisiydi. Tekelciydi ve her müşteri onun sunduğu elektriği almak zorundaydı.

Sloganlarındaki “vatandaşa ait” ifadesi, vatandaşın elektrik üretimi konusunda sorumluluğu kendi eline aldığı anlamına geliyor. EWS’in enerji danışmanı Dr. Eva Stegen şöyle açıklıyor:

“EWS’in kuruluşunda ortaya ortak para koyuyorlar, enerjimizi kendimiz üreteceğiz diyorlar ve bu iktisadi bir girişim. Vatandaşlar en başından beri ekonomik olarak kazanç sağlıyorlar. Zaman içinde kooperatif şirketine dönüştük. Yani en demokratik şirket yapısı. EWS, bu iktisadi kuruluştan parasal olarak kazanç sağlayan, ama aynı zamanda karar verici pozisyonunda olan yaklaşık 3000 vatandaşa ait”.

Kasabaya adım atıp da şöyle bir turladığınızda, su şebekesi, rüzgar türbini, çatı ve bahçelerdeki güneş panelleri hemen dikkati çekiyor. Protestan Kilisesi’nin çatısı bile tamamen fotovoltaik ile kaplanmış. Fukuşima’daki nükleer felaketten sonra günde ortalama 300 yeni abone kazanmaya başlayan EWS, elektriğin büyük bölümünü Norveç’te bulunan hidroelektrik santrallerinden alıyor. Bu elektriğiyse tüm Almanya’ya dağıtıyor. Elektrik karışımları yüzde yüz ekolojik. Yani ürettikleri ve dağıttıkları elektriğin kaynağı ne atom, ne petrol, ne de kömür. EWS’in sunduğu yeşil elektriği tercih edenlerin sayısı, Ocak 2013 itibariyle Almanya genelinde 138.000’in üzerinde. Müşterileri arasında firmalar, okullar ve kiliseler de var.

Örneğin Ritter Sport, çikolatısını EWS’in temiz elektriğiyle üretenler arasında. Atom enerjisinden, yenilenebilir enerjiye geçiş anlamına gelen enerji dönüşümünün kısa sürede gerçekleşebilmesi için tüketicinin de bilinçlenmesi gerekiyor. Bu bakımdan elektriğin nereden geldiği sorusu kadar, elektrik faturasındaki bedelin nereye gittiği de önem taşıyor. Yani para akışının yönünü de yenilenebilir enerji üreten tesislere çevirmek gerekiyor.

Almanya’da elektriğinizi EWS’den aldığınız takdirde, kilovat başına cüzi bir rakam ödeyerek fotovoltaik ve ısı-güç bağlantı tesisleri kurmak veya var olanları genişletmek isteyen şahıslara veya ticari kurumlara, dini veya toplumsal kuruluşlara ve yerel yönetimlere kaynak sağlama konusunda maddi destekte bulunuyorsunuz.

Üç tarafı denizlerle çevrili, rüzgarı eksik olmayan, güneşi dört mevsim parlayan güzel memleket Türkiye’ye duyurulur! (GAW/EA)

*“Ben bir oyunbozanım” olarak Türkçeye çevirmek mümkün. Bu sloganla, kelime oyunu yapılıyor. “Störfall” sözcüğü Almancada özellikle kimya sanayinde veya nükleer enerji üretiminde teknik alanda meydana gelen aksaklıkları, bozuklukları anlatmak için kullanılıyor. “Ich bin ein Störfall” (Ben bir “Störfall”ım) cümlesindeyse, “Störenfried” (Oyunbozan, ara Bozucu) tabirine atıfta bulunulmuş.

 


sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

Bir yanıt yazın