Prof. Dr. Tayfun Özkaya Yazdı: Doğa ve insan dostu bir tarım sistemi mümkün mü?
20. yüzyıl ortalarından itibaren hayvansal üretim, bitkisel üretimden kopmaya başladı. Hayvanlar kapalı ve sıkıştırılmış binalarda beslenmeye başlandı. Diğer yandan hayvancılık işletmeleri bitkisel üretimden koparılınca nöbetleşmeye giren yem bitkileri ve baklagiller yetiştirmek gereksizleşti. Bunun bitkisel üretim üzerindeki etkileri yıkıcı oldu. Tek ürün (monokültür) sistemi yoğunlaştı. Bu varılan son durumda tarım sistemi artık hayvancılığı da kapsayarak endüstriyel tarım (industrial agriculture) olarak adlandırılmaya başladı.
Endüstriyel tarımın yarattığı sonuçlar olumsuz olmuştur. Kimyasal gübre üretmek, taşımak ve uygulamak için büyük bir enerji kullanılmaktadır. Kimyasal gübre ve ilaçlar büyük bir çevre kirliliği yaratmıştır. Sular kirlenmiştir. Kentlerde kanalizasyonlar büyük bir çevre kirliliği yaratmaktadır. Bütün bu gelişime ekolojik yarılma diyoruz. Toprak organik maddece fakirleşmiş, kimyasal gübreler topraktaki faydalı mikro organizmaları öldürmüştür. Bu ise zararlı organizmaların hâkim olmasını kolaylaştırmıştır. Kimyasal gübrelerle otlar daha hızlı gelişmiş, bu defa bunları öldürmek için herbisitlere (ot öldürücülere) ihtiyaç artmıştır. Tohum şirketlerinin de etkisi ile biyoçeşitlilik azalmıştır. Bunların birleşik etkisi ile bitki hastalık ve zararlıları çoğalmış, bu defa insektisitler (tarım ilaçları) kullanımı artmıştır. Süreç kendi kendini besleyen bir kısır döngü halini almıştır. Biyoçeşitlİliğin de kaybı ve azalması ile bitkisel ürünlerin besleyici özellikleri azalmıştır. Hayvanların kapalı ve sıkıştırılmış ortamlarda yetiştirilmeleri antibiyotik kullanımının artması ile sonuçlanmış, bu da insan sağlığı üzerine olumsuz etkilerde bulunmuştur. Hayvancılıkta da biyoçeşitliliğin azalması insanlar için zararlı mikropların oluşması ve hızlı yayılması için uygun bir ortam yaratmıştır.
ABD?de lahana çeşitlerinin %95?i, mısır çeşitlerinin %91?i, bezelye çeşitlerinin %94?ü, domates çeşitlerinin %81?i kaybolmuştur.
Endüstriyel tohumlardan elde edilen sebze ve meyvelerin besleyici özellikleri konusunda bilgileri derleyebileceğimiz çeşitli araştırmalar dünyanın değişik ülkelerinde yapılmıştır. İngiltere?de yapılan bir araştırmada 1930?da ve 1980?de Tarım Bakanlığının gerçekleştirdiği sebze ve meyvelerin mineral madde değerlerini içeren araştırmaların sonuçları karşılaştırılmıştır. Buna göre 50 yıllık bu sürede sebzelerde kalsiyum, magnezyum, bakır ve sodyumda, meyvelerde ise magnezyum, demir, bakır ve potasyumda önemli düzeylerde gerilemeler oluşmuştur.
Endüstriyel tarım; toprak, su, tarım ürünlerinde yarattığı kirlenme ile hem dünyada hem de ülkemizde yaşam üzerinde ciddi bir tehdit oluşturmaktadır. Grain adlı kuruluşun bir çalışmasında sera gazlarına gıda sistemin bütün olarak katkısı hesaplanmıştır . Doğrudan tarımsal üretim sera gazlarının %11-15?inden sorumludur. Ancak sera gazlarının üretiminde arazi kullanımındaki değişiklikler ve ormansızlaştırmanın %15?18, gıda ürünleri işleme, taşıma, paketleme ve perakende satışın %15?20, atıkların ise %2?4 payları vardır. Toplam olarak endüstriyel gıda sisteminin sera gazları üretimindeki payı %44?57 arasındadır. Bu şekliyle endüstriyel tarım sürdürülemez durumdadır.
Gerek tarım ürünlerinin işlenmesi gerekse tarımsal üretimde büyük bir yoğunlaşma şirketler için kaçınılmaz olmuştur. Kimyasal gübre, tarım ilaçları, şirket tohumları hep monokültür ve biyoçeşitlilikte gerileme ile pazar alanı bulabilirdi. Tarımsal üretimde işçinin kontrolünün zor olması, monokültürü, biyoçeşitlilikteki kaybı ve mekanizasyonda aşırı gelişmeyi zorunlu kılmakta idi. Sebze ve meyve üretiminde işgücünü tasfiye etmek zor olduğu için de bu alanda anlaşmalı tarım çare oldu. Bu gelişmelerin yoğunlaşması için tarım politikalarında da değişiklik şarttı.
1980?lerden sonra özellikle ABD?de büyük gıda şirketleri oligopol piyasa yapısını kurmuşlardı. Örneğin 2005 yılında en büyük dört firmanın ABD piyasasındaki payları sığır eti paketlemede % 83,5, domuz eti paketlemede % 64, piliç eti üretiminde % 56, un üretiminde % 63, perakende gıdada % 46, ethanol üretiminde (otomobil yakıtı için alkol) % 41, hayvan yeminde % 34 idi.
Dünyanın en büyük on tarım ilacı şirketi pazarın %89?una sahiptir. Daha da ilginç olanı belli başlı şirketlerin bu alanların birçoğunda aynı anda faaliyet göstermekte olmalarıdır. Örneğin tohum ve tarım ilacı pazarındaki ilk onda bulunan şirketlerden dördü aynı firmalardır.
Uygulanan tarım politikaları nedeniyle gelişmekte ve geri kalmış ülkelerde tarım üreticileri rekabet edemiyorlar ve ülkeleri bu ürünleri ithal etmek zorunda kalıyorlar. İthalatı kolaylaştırmak için ise Dünya Ticaret Örgütü kararları veya IMF ve Dünya Bankası ile yapılan anlaşmalar ile gümrük vergileri düşürülmekte ve bu alanlarda çalışan devlet kuruluşları özelleştirilmektedir.
DTÖ Uluslararası Tarım Anlaşması büyük tarım şirketlerinin çıkarlarını yansıtmaktadır.
Bu gidişin sonu yoktur. Gerek endüstriyel tarımın dayandığı petrolün tükeniyor olması, gerek toprak ve su başta doğal varlıkların tükenmesi, gerekse de bir yandan obezite ile boğuşan bir kesim diğer yandan ise aç, kötü beslenmiş ve topraksız, işsiz kesimin oluşturduğu sosyal ve ekonomik sorunlar çıkışın olmadığını göstermektedir.
Endüstriyel tarıma karşı alternatif olarak görülen organik tarım da büyük girdi ve pazarlama şirketlerinin denetiminde ilerlemekte ve hem ekolojik yön hem de sosyal yön darbe almaktadır. Çoğu organik ürüne şirketlerin ödediği fiyat konvansiyonel ürünler fiyatına düşmüştür. Organik tarımda çiftçilerin yerel olarak yapabileceği ilaçlar yerine daha da pahalı organik şirket ilaçları yaygınlaşmaktadır. Buna karşılık süpermarketlerde organik ürünler konvansiyonel ürünlerin dört misli fiyata satılabilmektedir. Organik tarımda yerel tohumların kullanılmasına yönelik çabalar çok cılızdır. Bu gidiş iyi değildir.
Bütün bu olumsuz gelişmelere karşı ülkemizde de akademisyenler, profesyoneller, çiftçiler ve halk bir araya gelip çalışırlarsa olumsuz gidişi yavaşlatıp tersine çevirmek, doğa ve insandan yana bir gerçek yaratmak olasılığı vardır. Bilimsel bilgi ile çiftçilerimizin yüzyıllardır uyguladığı yerel bilgiyi bir araya getirerek çiftçiye sunmak için ortak bir çabaya ihtiyaç vardır. Sosyal ve ekonomik açıdan ise tekellerin hegemonyasına karşı kooperatifler ve topluluk destekli tarım gibi alternatif kanalların araştırılması, tanıtılması ve yaygınlaştırılması acil ihtiyaçtır. Doğa ve insan dostu bir tarım için gerekli olan tarım politikasının ortaya konulması ve bir karşı hegemonya oluşturulması için de ciddi ortak çalışmalara ihtiyaç vardır.
sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.