RÜŞTÜ BOZKURT >> Milattan önce yaşamış bir  rahibin anlatımını ülkemizin çok değişik yerlerinde çok sıklıkla yineliyorum:  “Ben,benim için değilsem, kim benim için? Ben başkaları için değilsem, ben neyim? Şimdi değilse ne zaman?”

Yaşadığımız felaketler, tarihin derinliklerinden bize seslenen  rahibin sözlerini  anımsatır. Oysa, her sabah uyanıp hayatın içinde daldığımızda rahibin sözlerini kendimize anımsatmamız gerekli.

İnsan olmanın ilk adımı, kendini bilme ve kendinle baş etme?

İnsanlık, biraz da başkaları için yaşama, onların sevinçleri ve acılarını paylaşabilme?

İnsanoğlu, tek tanrılı dinlerle tanışmadan çok önce  “insan olmanın bu değişmez özünü” yakaladığı halde çok fazla yol alabildiğimizi söyleyebilir mi?

Kendimize ayna tutalım

İngiltere’de tanınmış yönetim uzmanları arasında yer alan Prof.Dr. Andrew Kakabadze ile Evrim Küçük’ün yaptığı söyleşisi  Dünya Gazetesi’nde yayınlandı. Ülkemizde çok sayıda  iş insanı ile görüşme yapan Kakabadze, gözlemlerini şöyle anlatıyordu:

“Türkiye’de insanların girişimci kabiliyeti, piyasa avantajlarından yararlanma, hızlı hareket etme, manevra kabiliyeti, fırsatların gözlenmesi noktasında gelişmiş ülkelerle karşılaştırıldığında hiçbir eksiklikleri yoktur. Farklılık, yapılar, süreçler, işlemler ve kontrol mekanizmaları ve şeffaflık alanında gözlenmektedir.”

Kurumların tarihi üç temel eksende incelenir: Birincisi, eğilimler gözlenir; olası fırsat ve tehlike hakkında ne gibi öngörüler yapıldığı ve önlemler alındığına bakılır. İkincisi, öngörü ve önlem alma disiplinini bir basamak yukarı taşımadır; değişen çevre koşullarına insanların uyumunu hızlandırmak için yapılan eğitimlerin nitelik ve nicelikleri gözlenir. Üçüncüsü, erişebilirliği sağlayacak olan örgütlenmelerin nasıl yapıldığı,  yeterlilikleri ve yetersiz  yönleri saptanır. Bu üç inceleme, sadece sonuçlara bakarak değil, süreçleri de analiz ederek   geçmişten ders alınır, daha sağlıklı gelecek inşa etme için kullanılır.

Biz kurumlarımızın tarihini anlatılan eksenlerde derinleşen bir sorumlulukla inceliyor muyuz? Bu sorunun yanıtını sizinle paylaşacağımız farklı insanların  ortak gözlemlerini referans alarak arayalım.

Kakabadze’nin gözlemlerini daha da güçlendirmek için Banu Yelkovan’ın 24 Ekim 2011 günü Radikal’deki yazısında tanıklık ettiği bir gözlemi paylaşalım: Yıllar önce çok sayıda tekstil tesisini gezdirdiği ve çevirmenliği yaptığı  Fransız mühendis diyor ki:

“Sizin sorununuz ne biliyor musun? Hızlı yapmanın iyi bir şey olduğunu düşünüyorsunuz. Hızlı yapabilmek için kötü yapıyorsunuz. Oysa, iyi yapmakla kötü yapmak arasında hiçbir zaman fark yoktur. İnsanın eli nasıl alışırsa öyle devam eder. Başlangıçta biraz  yavaş çalışmayı göze alarak işçilerinize özenli ve dikkatli çalışmayı öğretirseniz, asıl önelli olanın iyi  bir iş çıkarmak olduğunu gösterirseniz, onların da eli iyi yapmaya alışacak ama, sanırım bu kimsenin umurunda değil.”

Tek boyutlu saplantı

Yapı, işlev, süreç, gözetim ve denetimi ciddiye almadan iyi iş yapılamayacağını, böylesi bir bilinç düzeyine erişmeden fiziki sermaye, insan kaynağı ve teknolojinin etkin ve verimli kullanılamayacağını çok iyi anlamak, içselleştirmek ve yaşama taşımak gerekiyor? Bunun için deprem gibi büyük bir yıkımı nasıl yönettiğimiz çok önemli bir gösterge.

Banu Yolkovan, “Bu topraklarda bize süreç değil sonuç odaklı olmanın daha önemli olduğu öğretildi. Aman bir an evvel bitirelim de?” mantığının egemenliği, süreçlerin önemsenmemesi ” son dakika başlasak da oluyor”  anlayışını beslediğini belirterek, ” eksiğimiz koordinasyon” diyor.

Van ve Erciş’de yıkımı ve önlemleri yerinde gözleyen Fatih Altaylı, aynı gün Haber Türk’te yazısının başlığında, “Her şey var, organizasyon hariç”  diye haykırıyor; ” Organizasyon bozukluğu, gereksinimi olduğundan daha fazlaya çıkarıyor”  diye gözlemlerini açıklıyor.

Haber Türk’te  Rahşan Gülşan haberinde ara başlıkta, “Devlet organizasyonu öğrenmeyecek mi?” diye soruyor; ” Başından 1999 depremi geçmiş devletiz, yine de organizasyon yapmayı beceremiyoruz” saptamasını yapıyor.

Radikal’de Cüneyt Özdemir, “Erciş’in koordinasyon merkezi neresi hala bilinmiyor”; 1999 depreminde koordinasyonu zorunlu olarak askerlerin yaptığını, son depremde sivil koordinasyonunun öne çıktığını belirtiyor.

Kızılay Genel Müdürü  Ömer Taşlı ise 48 saatte 100 bin kişiye çadır ulaştırıldığını, Kızılay’ın kahramanlık yaptığını söyleyerek, örgütlenme eksikliği suçlamalarının haksız olduğuna işaret ediyor.

Gençlik yıllarında okuduğum bir saptama her zaman zihnimde diridir: Akıl fazla, zeka azsa “saflık” öne çıkar? Zeka fazla, akıl azsa “kurnazlık”?Önemli olan, akılla zekanın dengesidir. İyi yönetim dediğiniz de indirgemeci algıdan, tek yolcu çözümden uzak,  kendini sorgulamasını bilme,  aykırı düşüncelere değer verme, demokratik sabır gösterme ve dengelere erişmedir. İyi yönetirseniz;

“Fiziki kaynakları üretim sürecinde etkin ve verimli değerlendirebilirsiniz?

“İnsan kaynağını zamanında eğiterek değişmelere uyumunu sağlayabilirsiniz.

“Teknolojinin verimini arttırabilirsiniz.

“Net bilgiyle hareket eder süreç-sonuç bağlantısını kurabiölirsiniz.

“Fiziki sermaye, insan kaynağı ve teknolojiyi etkin biçimde koordine edersiniz.

“Odaklanacağınız konuyu seçer, odaklanarak yararlı sonuçlar üretebilirsiniz.

Artık bu ülkeyi iyi yönetecek düzeye gelmeliyiz? En küçük işletmesinden en büyük felaketini yönetmeye buna ihtiyacımız var?


sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

Bir yanıt yazın