Seyirci değil, katılımcı
Gelişmekte olan ülkelerde aileden işyerine, işyerinden büyük kurumlara, oradan devlet yönetimine kadar temel yanlışlardan biri de ” padişah iradesi gibi buyuran tek tip düşünce tuzağıdır”.
Çağımızın ise üç temel değeri var: Birincisi, insan haklarıdır. İkincisi, demokrasi, üçüncüsü de yönetişim ilkelerini içselleştirme.
Yönetişim, toplumun ortak aklını ortaya çıkaran, ortak enerjisini harekete geçiren, ortak değerlerini, ortak projelerle hayata taşımak için oluşturulan ortak kurumların işleyişini sağlayan yönetme tarzına verilen addır.
Bakan Nihat Ergün, mekana, sektöre ve projelere dayalı teşvik mekanizmalarını işletirken, seyirci değil, katılımcı anlayışı öne çıkardıklarını ve çıkaracaklarını önemle vurguluyor. Bu anlayışın örneklerinden bir yenisi de kalıp ve makine sanayicileri ile yapılacak toplantı olacak. O toplantılarda, üreticiler, akademisyenler, uzmanlar, bürokrasi yetkileri ve siyasi iradenin temsilcileri bulunacak, eteklerindeki taşı dökme fırsatı yakalayacak. Bu paylaşımcı anlayış daha sonra bütün sektörlere yayılacak.
Bakan Ergün, toplu satın almaların üretimi ve üretim yöntemlerini geliştirmenin kaldıracı olarak kullanacaklarını söylüyor. Kamu alımlarında siyasi iradenin düzenlemeleri ve özel kesimde gönüllü örgütlenmelerle, “?üretmek istediğimiz şeyleri üretmeye odaklanma” desteklenecek. Sağlık Bakanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı gibi sürekli ve büyük satın almalar yapan kamu birimleri güçlerini, ülkemizde üretilmesi gerekenleri ürettirmeye yöneltecek.
Seyirci değil katılımcı anlayış, kuramsal düşünce, kurumsal altyapı, stratejik bakışla belirlenen öncelikler ve kaynak dengelerini gözeten uygulamalar yakından izlenerek, günün ihtiyacına göre ayarlar yapılacak.
Bakanın, “?tıkır tıkır işleyen piyasa modeli var mı?” sorusu, etkin uygulamaların “piyasanın görünmez eli ile yönetişimin görünen elinin dengelenmesi” ile yapılabileceğinin farkına varıldığını gösteriyor. Çağımızın bu temel eğilimini siyasi iradenin algılamış olması sevindirici bir gelişme. Neden sevindirici? Siyasi irade, piyasanın her şeyi dengeleyeceği ideolojisine aklını teslim etmediğini gösteriyor da ondan.
Seyirci değil katılımcı uygulamaların asıl önemli yanı, yerli üretime verilecek desteklerde saklı? Ofset uygulamaları, savunma alanından sivil üretimlere de kaydırılacak? Maliye, Kamu İhaleleri Kurumu, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı birlikte “ihale şartnamelerini” gözden geçirecek. Umarız ki, bir adım sonrasında kamunun birikimi, özel girişimin “satın alma sözleşmelerine” de yansır; tüketim, ara ve yatırım malı ithalatında rasyonel uygulamaların önünü açar.
Her alanda yerli üretimi destekleyen bir algının, hammadde, ara malı ve yatırım malları satın alınmasında iyi düşünülmüş sözleşmeler aşamasına geçmesi ülkemizin ivedi sorunlarından biri.
Gözetim ve denetim
Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı söyleşinde hayati bir konunun daha altını çizdi? Gözetim ve denetime dayalı bir yönetimin gelişeceğini söyledi. Özellikle de rehberlik eden bir gözetim ve denetimin önemini vurguladı. Bakanlığın göz dolduran projelere verdiği “hibe desteklerinin” sayısı yılda 500 kişiye ulaşacak. Bakan, “Projeleri yakından gözetleyecek ve denetleyeceğiz. Bir sonuç yaratırsa arkasında duracağız. Proje sahipleri ile ihtiyaç sahiplerini bir araya getirerek gelişmeyi hızlandıracağız. Örneğin iş makinelerinde bir yazılım programını geliştirenler ile iş makinesi üreten bir firmayı bir araya getirerek olumlu bir adım atıldı. Bu çabayı daha yaygınlaştıracağız ve derinleştireceğiz,” diyor.
Gözetim ve denetim ödünsüz yapılmazsa, yanlış yapanların kurnazlığı, doğruyu yapanlara karşı haksızlık yaratıyor. Kolektif kaynakların verimli kullanılmasının özünü, ödünsüz gözetim ve denetim oluşturur. Ülkemizde geçmişte gözetim ve denetim konusunda iyi sınav verildiğini söylemek güç. Bu açıdan, ortaya konan niyetin önemli olduğunu söyleyelim, uygulamayı de hep birlikte gözleyelim.
Kendini yeniden üretme
Kendini yeniden üreterek uzun dönemli geleceği güven altına almanın ilk adımı “alışkanlıkla yönetimden analizle yönetime geçiş yapmadır”. Bakan bu konuda çok açık taahhütlerde buluyor; sözlerin ne kadarının hayata taşındığını izlemek bizlerin görevi. İkinci adım, “sınırlı şeffaflıktan sınırsız şeffaflığa geçiş eğilimidir”. Bakan, bazı ülkelerden örnekler vererek, aynı hatayı tekrarlamayacaklarını, kendilerini de başkalarını da kandırmayacaklarını söylüyor. Üçüncü adım, “net bilgiye sahip olmadır”.Bu konuda endişelerimizi çok büyük. Derinliğine bakmaya çalıştığım konularda, verilerin yanlışlığı karşısında her zaman şaşkına dönüyorum. Sağlıklı bilgi sorununu nasıl çözeceğimiz konusunda zihinlerimiz bulanık? Osman Arolat’ın da yazdığı gibi, şu “dinamik envanter sorunu” mutlaka çözülmeli. Dördüncü adım “etkin koordinasyondur”?Siyasi irade sağlıklı gelişme yaratmanın ipuçlarını verse de sağlıklı veri konusunda ciddi eksiklerimizin olduğunu biliyoruz. Daha bir dizi önlem almanın gerektiğini söylersek, maksadı aşmış olmayız? Koordinasyon ve odaklanma konusunda daha umutluyuz. “Mevcut üretim alanlarında rekabet edebilir olanların keşfini önemsiyoruz. Rekabet üstünlüğümüz olan alanları yaygınlaştıracağız” verilmiş sözün senedi olarak algılıyoruz.
Yazının başında belirtildiği gibi, sözlerin güzelliğini, uygulamaların başarısı taçlandırır? Bakanın olumlu bulduğumuz mesajlarını hayata taşıması sadece siyasi iradeden beklenemez. Örneğin, biz yazıp çizenlerin de “işletme-odaklı verimlilik” sorunlarını öne çıkarması; kategorik anlatılmandan, proje-odaklı analizlere geçiş yapması gerek? Siyasi irade temsilcisi Bakanın iç tutarlılığı- özü, sözü ve davranışının bütünlüğü- ne kadar önemli ise, bizim tutarlılıklarımız da o kadar önemli?
Ülkemizde yaşayan herkes “1000 yılın fırsatını” değerlendirme sınavından geçiyor? Ya, “Türkler fırsat kaçırma fırsatını hiç kaçırmaz” diyenler haklı çıkacak, ya da biz kişi başına 17 bin dolar yaratma sınırını aşan toplum olma onurunu yaşayacağız?
sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.