RÜŞTÜ BOZKURT >> Yazı ile düşüncelerimizi ifade ederken, aklımızı inançlara, ideolojilere, önyargılara, yerleşik doğrulara, kalıp düşüncelere, kör inançlara emanet etmemeye azami özen göstermeli.

Unutulmaması gereken bir başka ilke, “sözün” değerli bir araç olduğu.

Söz, kültürümüzün, davranışlarımızın, yaşama biçimlerimizin, yaşam tarzlarımızın, gücümüzün ve iktidarımızın göstergesidir ama “güvencesi” değil.

Halkımız, söz ile iş yapma arasındaki o ezeli ve ebedi farkı şöyle anlatır: “Her kişt dediğimiz tavuk olsa, yeryüzü yumurta dolardı!”

Önyargısız bir zihin, sözleri alıcı bir ruhla dinlemeyi içselleştirmeli, sözün hayata nasıl taşındığına değer vermeli, bilimsel kuşkuyu da asla elden bırakmamalı.

Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün’un TOBB Medya ve İletişim Meclisi Başkanı Hakan Güldağ ve üyeleri ile yaptığı toplantıdaki değerlendirmeleri Dünya, Hürriyet ve Akşam gazetelerinde yer aldı.

“Siyasi iradenin ortak aklını” yansıttığına inanmak istediğimiz değerlendirmeleri;

>> Rekabet gücü yaratma kaynaklarımız

>> “Fark yaratmanın” önemi.

>> Seyirci değil katılımcı anlayış.

>> Gözetim ve denetim bilinci

>> Kendini yeniden ürettiren mekanizmalarını işletme, gibi sürdürülebilir ekonomik büyüme yaratmanın temel ilkeleri açısından ele alalım.

Rekabet gücü yaratma

Ülkemizde yazıp çizenlerin önemli bir kesiminin ,”zamanın ruhu” dendiğinde sadece “asker-sivil bürokrasinin yönetimdeki konumlarını çağdaş demokrasi ilke ve normlara göre düzenlenmesini” algıladıklarını söylersek abartmış olmayız. Eğer, ileri demokrasi yaratırken siyasi bir olguyu, ekonomik araçlarla desteklemezseniz, yaratmak istediğiniz sonuçlara ulaşmanız güçleşir. Nihat Ergün ‘un analizlerini “zamanın ruhunu besleyen ekonomik önlemleri” kapsadığı için önemsemeliyiz. Başta siyasi irade ve medya olmak üzere, toplum dinamiklerini etkileyen herkes, genel siyasi tartışmalar kadar, daha özel ve teknik bilgi gerektiren ekonomik öze taşırsa, sağlıklı gelecek yaratmaya katkımız artabilir.

Toplumlar geleceklerini sahip oldukları kaynaklar ve değerler sistemi üzerine inşa eder. Kaynak dediğimizde, fiziki kaynaklar, insan kaynağı ve teknoloji birikimi anlaşılmalı. Bu üç kaynak hakkında net bilgimiz yoksa, etkin koordinasyon yapamıyorsak ve belli alanlara odaklanmayı beceremiyorsak, siyasi anlamda zamanın ruhunu iyi anlamış olsak bile, o ruhu besleyecek ekonomik değer üretimi eksikli ise, inançlarımızı yeme aşamasına gelebiliriz.

Nihat Ergün, siyasi iradenin odağında bulunan sorumlu bir insan. Diyor ki:

“Bu ülkenin zengin madenleri, ucuz enerjisi, ucuz işgücü yok. Fiziki varlıklara dayalı bir kalkınma stratejisi gerçekçi olmaz.

Rekabet gücümüzü, tarihi birikimimize, coğrafi konumumuzun avantajlarına, daha da önemlisi ortalama yaşı 29 olan genç insanlarımıza dayandırmak zorundayız. Tarihin, coğrafyanın ve insan kaynağının sunduğu potansiyele dokunarak ve ortaya çıkararak var olabiliriz, varlığımızı sürdürürüz ve geleceğimizi güven altına alabiliriz.

Bilek gücünün çok gerilerde kaldığını, akıl gücünün belirleyici olduğunu unutmadan işlerimizi yapmalıyız? İnsan-odaklı, eğitim ve öğretimin etkinleştirilmesine dayalı bir kalkınma yaratmalıyız?”

Karşılaştırma

Bakan Nihat Ergün’un güçlü bir siyasi iktidarın temsilcisi, deneyim kazanmış bir siyasi iradenin sözcüsü ve bahanesi kalmamış bir siyasi yapının sorumlu yöneticisi olarak, analizlerinde “aşırı pragmatizmden uzaklaşmaya “- muhafazakar politikalar aşırı pragmatist olur- yaptığı vurgu, ülkemiz açısından olumlu bir adım. Birebir kendisinin sözleri ile değil ama, özetleyerek aktarırsak , bakış açısını şöyle yansıtıyor:

“Çevremizdeki ülkelerin, özellikle zengin ülkelerin temel sorunu azalan nüfus ve yaşlanan insan kaynağı oluşturuyor. Bu zengin toplumda insanlar risk almayı istemiyor ; rahat bir ortam,rahat bir yaşam özlüyor. Dünya sistemi, değerlere gereken önemi vermediği için bir ‘ahlâki temel zayıflığı’ yaşanıyor. İlkesizlik, taahhütlerini yerine getirmeme gibi zaaflar yaratıyor.

Şeffaflığın erdemi yerine, bilgileri saklayarak hem kendi halklarını hem de uluslar arası kurumları yanıltma örneklerine hep birlikte tanıklık ediyoruz. AB Ülkeleri malların serbest , işgücünün kısıtlı olması gibi çifte standartlı algıyı içine sindirebiliyor.

Medyamız da insanların yaratıcı çabalarını öne çıkarma yerine popülist olanı gündeme taşıma eğiliminde. Arka plandaki olumlu çalışmalar yerine göz önündekileri abartma eğilimi güçlü. Oysa bizdeki olumlu değerlerle, başkalarının eksiği olan ve boşluk yaratan özelliklerini karşılaştırarak gelişme yönümüzü belirleyebiliriz. O zaman ‘farklı olanı” yapabilir, daha hızlı kalkınabilir ve refahı yayabiliriz.”

Bakanın “rekabet gücünün nasıl yaratılacağı ve fark yaratma özüne dayalı stratejiler” konusundaki algısını mealen aktarmaya çalıştık… Seyirci değil katılımcı yönetim anlayışını, gözetim ve denetime verilen önemi ve kendini yeniden üreten mekanizma konusundaki algıyı ayrıca paylaşalım.


sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

Bir yanıt yazın