ESEN ÇAĞLAR >> TEPAV ANALİSTİ >> Ortadoğu’da taşların yerinden oynadığı bir dönemden geçiyoruz. Arap ülkelerinde rejimlerin kimisi sallanıyor, kimisi değişiyor. Etrafta olan biten Türkiye’de oldukça yakından takip ediliyor. Son yıllarda hızlı biçimde artan Ortadoğu ekonomisiyle entegrasyonumuz nedeniyle, yaşananlar sadece dış politikamızı değil, artık ekonomi politikalarımızı da doğrudan ilgilendiriyor.
Bu bilgi ve yorum bombardımanı içinde, Ortadoğu’daki en kritik yer olan Filistin ise yeterince ve hak ettiği biçimde tartışılmıyor Türkiye gündeminde. Sonuçta Tunus’ta başlayıp, Mısır’a sıçrayan değişim talepleri kaçınılmaz olarak Filistin’i etkileyecek. Böyle kritik bir dönemeçten geçilmesi, Türkiye’nin Filistin politikasını yeniden ele alması için de önemli bir fırsat sunuyor. Filistin, her ne kadar bugün büyük ölçüde ideolojik biçimde tartışılsa da ekonomi politikalarımız ile dış politikamızın kesiştiği önemli bir vaka. Türkiye, içinde dış politikayla ekonomik öncelikleri doğru bütünleştiren bir politika benimserse, Filistin sorununun çözümüne en önemli katkıyı veren uluslararası aktör haline gelebilir. Son dönemde sıkça bahsettiğimiz “Ortadoğu’da hızla artan yumuşak gücümüzü” somut biçimde gösterebileceğimiz ve değişim için kullanabileceğimiz önemli bir örnek olabilir. Nasıl mı? Önce Filistin’in farkından başlayalım.
Ortalama bir Filistinlinin, ortalama bir Türk’ten daha eğitimli olduğunu biliyor muydunuz? Filistin’de bir öğrencinin tahmini okulda kalma süresi 14 yılken, Türkiye’de 12 yıl. Ortadoğu’da çok iyi eğitimli nüfusun ve sanayileşme potansiyelinin birlikte var olabildiği ender yerlerin başında geliyor Filistin.[1] Filistin’de bugünün temel meselesi, Gazze ablukasının son bulması kadar, yeni ve güçlü bir devlet yapısının inşa edilmesi. Ortadoğu’da barış ve istikrar, iki devletli yapının, yani İsrail ve Filistin devletlerinin yan yana varolmasına bağlı. Filistin’de etkin işleyen bir devlet inşa sürecinin yanında, Filistin ekonomisinin de kendi ayakları üzerinde durabilen bir yapıya kavuşması gerekiyor. Dış yardımlara bağımlılık düzeyi azalan, dünya ekonomisiyle entegre olabilen, istihdam yaratabilen bir ekonomi, Filistin sorununun çözümü için hayati önemde.
Türkiye’nin yeni Filistin politikası, bu yeni dönemdeki gelişmeleri ve ihtiyaçları hesaba katan üç ana konuya odaklanmalı. Birincisi ekonomik gelişimin hızlanmasıyla, ikincisi devlet kurma süreciyle, üçüncüsü ise barış sürecini siyasi olarak güçlendirmekle ilgili. Bu üç konuyu aynı anda götürebilmemiz durumunda değişim taleplerinin hızla dalgalandığı Ortadoğu’da, Türkiye yapıcı ve etkin bir aktör olarak yeni bir dönemi başlatabilir.
Filistin’in ekonomik gelişiminde Türkiye’nin rolü ne olabilir?
Ekonomik gelişim konusu, esasen Türkiye’nin Filistin’de en hızlı hareket edebileceği alan. Hızlı büyüyen bir nüfusun ihtiyaçlarını karşılayabilecek altyapı, konut, ulaştırma, eğitim, sağlık gibi alanlarda Filistin’de atılabilecek çok adım var. Daha da önemlisi, özel sektör gelişimi ve sanayileşme için de bölgedeki en büyük ekonomik aktör olan Türk şirketleri, Filistin’in bir üretim merkezi haline gelmesini sağlama potansiyeline de sahip. Bugünkü durum, bu adımları teker teker atmak için çok sıkıntılı olabilir. Ancak ben Filistin sorununun ilelebet böyle kalamayacağına inananlardanım. Gelecekte Filistin devletinin nasıl bir yapıya sahip olacağına dair bir fikrimiz olursa, bugünkü ekonomi geliştirme adımlarını atmak da o denli kolaylaşabilir. Aşağıdaki haritaya bakmak işte tam da bu yüzden beni heyecanlandırıyor.
Harita: Filistin Devletinin Gelecekte Alabileceği Yapı
Kaynak: “The Arc: A Formal Structure for a Palestnian State” (RAND Corporation, 2007)
Bu eskiz haritayı Amerika’da yerleşik bir düşünce kuruluşu olan RAND’ın 2007’de yaptığı bir çalışmadan aldım. Bölgede Filistin devletinin kurulması durumunda, nasıl bir altyapı ve üstyapıya sahip olabileceğini, şehirlerin nasıl birbirlerine bağlanabileceğini, dünyayla bağlantının nasıl kurulacağını gösteriyor. Tüm Filistin şehirleri, yay gibi bir hat üzerinde önce birbirleri ile entegre oluyor; daha sonra ise Gazze-Batı Şeria arasında inşa edilecek bir karayolu-demiryolu hattı üzerinden Gazze’deki liman ve havaalanı, Filistin’i dünyaya bağlıyor. Ayrıca Gazze’den 1.5 saat süren bir yolculuk sonunda Batı Şeria’nın kuzeyindeki Cenin şehrine ulaşılabiliyor ve oradan Haifa Limanı, Beyrut veya Şam’a ; sonra da Türkiye’ye erişilebiliyor. (Bugün elbette tüm bunlar hayal. Ancak İngiltere-Fransa arasındaki tünel de bundan 100 sene önce hayaldi!) Türkiye’nin de kendi Filistin politikasına, bu veya buna benzer bir gelecek vizyonu eklemesi gerekiyor. Gelecekte Filistin devletinin alabileceği yapıyı bugünden hayal edip, ekonomik yardım ve işbirliği stratejilerimizi de bu vizyonla uyumlu ele alırsak, bölgede çok az ülkenin yaptığı bir katkıyı sağlamış olabiliriz Filistin’e.
Ekonomi alanında ayrıca, Filistin ekonomisinin tempolu büyümesini sağlamak için, Filistin’i Türkiye ekonomisine çıpalamak gibi bir stratejik vizyonu da tartışmalıyız. Serbest Ticaret Anlaşmaları sayesinde Filistin’in gerek Amerika pazarına, gerekse Körfez ülkelerine erişimde sahip olduğu avantajlar, Türk şirketleri için Filistin’in cazibesini arttırabilir. Ayrıca, uluslararası kurumların Filistin’e gösterdiği cömertlik, firmalar için ciddi teşviklere ve maliyet düşürücü avantajlara dönüşebilir. Türkiye’nin yeni Filistin politikasının, Filistin’de iş yapmayı kolaylaştırıcı, sanayi yatırımlarını teşvik edici, şirket satın alma ve birleşmelerini destekleyici unsurlara yer vermesi bölgede ekonomik gelişim için çığır açabilir. Başka ülkelerin, ekonomik gelişim açısından Filistin’i Kuzey Kıbrıs’a benzetme yönünde yaptığı hataları Türkiye, belki Filistin’i Singapur gibi bir yapıya dönüştürerek telafi edebilir.
Filistin devletinin inşa sürecinde Türkiye ne yapabilir?
Filistin politikamızın ikinci ayağı ise, devlet inşa sürecine odaklanmalı. Filistin devletinin kurulması için Türkiye’nin gözünden kaçan çok ciddi bir hazırlık var Filistin’de bu aralar. Filistinli kardeşlerimiz bir devlet idare eder kapasiteye ulaşmaya çalışıyorlar. Daha önce devlet yönetme tecrübesi olmayan bir toplum için bunun çok zorlu bir süreç olması kaçınılmaz. Filistin Başbakanı Salam Fayyad, Ağustos 2009’da oldukça iddialı bir devlet inşa planı açıkladı. İki yıllık bir süre içinde, Filistin Devletinin kurumsal altyapısının tamamlanması hedefleniyor. Doğu Kudüs’ün başkent olduğu, Gazze ve Batı Şeria’da milli birliğin sağlandığı ve İsrail işgalinin sona erdiği bir yapı kurmak temel hedef.
Bu hedefe ulaşılması hiç de kolay değil ve büyük ihtimalle programın iki yıllık süresi uzatılacak. Ancak daha önce Filistin’de kurumsal gelişim yönünde hiç böylesine bir iştah olmamıştı. Bugünkü durum, gelecek için oldukça heyecan verici. Türkiye’nin, yeni Filistin politikasında, daha proaktif bir yaklaşım benimseyerek, devlet inşa sürecini desteklemesi gerekiyor. Bu noktada kamu kurumlarımızın, kendi tecrübelerini somut programlar yoluyla Filistin’deki kurumlara aktarmaları mutlaka önceliğimiz olmalı. Örneğin, halihazırda farklı hukuk sistemlerinin bir çorbası niteliğinde olan Filistin yasal sisteminin gözden geçirilmesinde Türkiye etkin bir işlev üstlenebilir. Ekonomik gelişime en hızlı katkıyı verecek idari tedbirlerin alınmasında Türkiye, AB’ye uyum sürecinden çıkartmış olduğu dersleri de hesaba katarak, Filistin’e büyük katkılar sunabilir. Diğer yandan yıllardır çok büyük kitlesel iç göç sorununu yönetme konusunda tecrübe kazanmış olan Türkiye, Filistin’in en önemli sorunlarından olan mültecilerin entegrasyonu noktasında yaratıcı biçimde yol gösterici olabilir.
Barış sürecini Türkiye nasıl güçlendirebilir?
Türkiye’nin Filistin politikasının üçüncü ayağı ise barış sürecinin hızlanmasına ve güçlendirilmesine odaklanmalı. Aslında zaten geleneksel olarak, Türkiye’nin Filistin politikası münhasıran bu konuya odaklandığı için benim bu alanda söyleyebileceğim fazla yeni bir şey yok. Ancak Filistin’in iç siyasetinde tarafsızlık ilkesini benimsemek, İsrail’in Gazze ablukasının karşı durmanın yanında Batı Şeria’daki İsrail yerleşimlere de karşı durmak, Türkiye’yi barış sürecinde daha etkin bir aktör haline getirebilir.
Türkiye, Ortadoğu’da barış istiyorsa ve daha etkin bir aktör haline gelecekse, hepimizin zihinlerimizde bu üstte sıraladığım “yeni” meselelere yer açmamız gerekiyor. Gazze’ye odaklanmakla ve sadece Hamas’ı meşrulaştırmaya çalışmakla ancak belli bir noktaya gelebiliyoruz. Türkiye’nin masaya yeni konular koyabilmesi, bugün hızla değişen Ortadoğu konjonktüründe önemli olacak.
Filistin’de ekonomik gelişimi hızlandırma ve devlet inşasını destekleme öncelikleri olmadan sadece siyasi konuları Filistin politikamızın merkezine yerleştirmek hem yumuşak gücümüze hem de Ortadoğu’daki etkinliğimize zarar veriyor. Türkiye, bu yeni dönemde Ortadoğu’da yeni bir sayfa açmak için çok önemli bir fırsata sahip. Kulağa çok hoş gelen söylemlerimizin içini, etkin politikalarımızla ve uygulama kapasitemizle desteklememiz gerekiyor. Filistin bunun için iyi bir başlangıç noktası olabilir. Geriye değil ileriye bakmak, Filistin’in geleceğini tasarlamasına yardım etmek artık önceliğimiz olmalı.
[1] Filistin’i iyi bilmeyenler için nasıl bir yerden bahsettiğimizi kısaca özetleyelim. Birbirinden ayrı iki toprak parçası var Filistin’de: Batı Şeria böbrek biçiminde, Gazze ise ince bir şerit gibi. Coğrafi olarak, Bati Şeria, 5800 kilometrekare, İstanbul’un alanı kadar. Gazze de 360 kilometrekare, Yalova büyüklüğünde bir yer. Batı Şeria-Gazze arasındaki mesafe de aşağı yukarı İstanbul-Yalova arası kadar. Batı Şeria’da 2.5 milyon, Gazze Şeridinde 1.6 milyon Filistinli yaşıyor. 2 milyon Filistinli de, başta Lübnan ve Ürdün olmak üzere dünyanın değişik yerlerinde mülteci olarak yaşıyor. Filistin toprakları 1967’den beri İsrail’in işgali altında. Gazze’deki işgal 2005 yılında Ariel Sharon döneminde uygulanan geri çekilme politikasıyla son buldu. Batı Şeria’daki işgal ise çok sayıda İsrail yerleşiminin varlığı ile birlikte sürüyor. Batı Şeria topraklarında irili ufaklı 121 adet İsrail yerleşimi var. Bu yerleşimlerde 300 bin İsrailli yaşıyor. Ayrıca yeni kurulacak bir Filistin Devletinin başkenti olması arzu edilen Doğu Kudüs’te de 184 bin İsrail vatandaşı var. İsrail işgali devam ettiği, yani toprak bütünlüğü sağlanamadığı için Filistin bir devlet olarak var olamıyor; “Filistin Ulusal Yönetimi” adında bir yapı, Batı Şeria topraklarının ancak küçük bir bölümünde egemenliğini sağlayabiliyor. Gazze’deki yönetim İslami yönelimleri ağır basan Hamas, Batı Şeria’daki yönetim ise daha laik bir yönelimi olan El-Fetih kontrolünde. Hem Gazze’nin hem de Batı Şeria’nın dünyayla bağlantısı tamamen İsrail’in inisiyatifinde. Gazze’ye yönelik abluka politikasının yarattığı insanlık dramı hepimizin malumu.
http://www.tepav.org.tr/tr/ekibimiz/s/25/Esen+Caglar
sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.