İhracatçıları yakından ilgilendiren konuların konuşulduğu buluşma gerçekleşti. Merkez Bankası Durmuş Yılmaz, Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin (TİM) İhracatçı Birlikleri Genişletilmiş Başkanlar Kurulu toplantısına katıldı. Burada bir konuşma yapan Merkez Bankası Başkanı Yılmaz, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve ihracatçıların gündeme getirdiği, ?Döviz rezervi 100 milyar dolara çıkarılsın? önerisine temkinli yaklaştı. Merkez Bankası?nın yıl sonuna kadar rezervi 100-120 milyar dolara çıkarabileceğini belirten Yılmaz, ?Ancak kur istenen seviyeye gelmeyebilir? mesajı verdi.

Durmuş Yılmaz, ihracatçılara şu mesajı verdi:

?Baştan açık ve net olarak söyleyeyim, eğer yapamayacağımız bir şey var ise olmayacak bir şey var ise ben şahsen Merkez Bankası Başkanı olarak söylüyorum. Gereksiz yere beklenti yaratarak hayal kırıklığına yol açmak istemiyoruz. Sizinle gayet açık ve net olmak istiyoruz, yapabileceklerimizi, yapacağımızı söylüyoruz, yapamayacaklarımızı da açık ve net bir şekilde yapamayacağımızı söyleyeceğiz. Kur önemli bir değişkendir. Merkez Bankası?nın zaman zaman ?Kur önemli değildir? yaklaşımı sergilediği yansıtıldı. Bizim böyle bir açıklamamız olmadı. Kur önemli bir değişkendir.

Merkez Bankası, Türk Lirası?nın ciddi oranda değer kaybına rağmen, politika faiz oranlarını hızlı bir şekilde düşürdü. Kamuoyunda yüksek faiz düşük kur olarak ifade edilen bir politika uygulanıyor olsaydı bu dönemde politika faizlerinin yükseltilmesi gerekirdi. Merkez Bankası?nın fiyat istikrarı hedefinden sapmadan reel kesime ilişkin kaygıları da göz önüne aldığını ortaya koymaktadır.

Biz ihracatçının söylediklerini veri olarak kabul ediyoruz. Bizim çalışmalarımız da bunu teyit ediyor. Geldiğimiz nokta itibariyle Türkiye fiyat istikrarından henüz uzak bir noktadadır. Biz düşen enflasyon ortamındayız. Kalıcı olarak fiyat istikrarını sağlayabilmiş değiliz.?

Döviz kuru gerçekten dalgalanıyor

DURMUŞ Yılmaz, dalgalı kur rejimine geçildiği 2001 yılından bu yana döviz kurlarında bir çok defalar hızlı değişimler yaşandığını gerçekten döviz kurunun dalgalandığını belirterek, ?Zaman zaman ?Dalgalı kur rejimi var ama, Türkiye?de kur dalgalanmıyor? deniyor. Hatta dalgalı bir özellik taşımadığı sabit bir seyir izlediği yorumları yapılıyor. Ancak döviz kuru dalgalanıyor? dedi.

TİM Başkanı Mehmet Büyükekşi de bu buluşmayı çok önemli gördüklerini belirterek, “Çünkü ihracatçılarımızın eğilim anketlerinde ve birebir yaptığımız görüşmelerde dile getirdiği en temel sorunun çözümünde Merkez Bankası?nın rolü kritik öneme sahip. Biz her zaman sorunlarımızı ilgili kurumlarımızla ve siyasi otorite ile paylaşarak ortak çözümler bulmaya çalışıyoruz. Paylaşıma ve maksimum iş birliğine dayalı bu yöntem iyi sonuçlar veriyor. Nitekim, Genişletilmiş Başkanlar Kurulu toplantılarımızı 2010 yılı içinde ilgili bakanlarımızın katılımı ile yaparak ihracatçının gündemini muhataplarına aktardık. Son derece yapıcı geçen toplantılarımızdan sonra ihracatçımızın bir çok sorununa çözüm bulduk” dedi.

İhracat ve dış ticaretteki son gelişmeleri değerlendiren TİM Başkanı Büyükekşi, “Dış ticaret ve cari açık ile ilgili gelişmelere baktığımızda ciddi riskler görüyoruz” diye konuştu. Ekonomi hakkında fikir üreten bir çok kanaat önderinin altını çizdiği gibi, dış açığın Türkiye?nin yapısal sorunlarından birisi haline geldiğini belirten Büyükekşi şunları söyledi:

“Türkiye kuşkusuz büyümek zorunda. Kuşkusuz yalnızca ihracatımız değil, aynı zamanda iç pazarımız da büyümek zorunda. Büyümeye şiddetle ihtiyacımız var. Tasarruf açığı nedeni ile dış kaynağa şiddetle ihtiyacımız var. Merkez Banka’mızla, ekonomi yönetimimizle ortak sorularımız şunlar olmak zorundadır:  Bir yandan büyürken ihracatımızın rekabet gücünü nasıl koruyacağız?  Küresel dünyanın liberal kaidelerini bozmadan, iç piyasamızın hepimizi sevindiren büyümesini, ithalatı patlatmadan dengeli bir biçimde nasıl sağlayacağız? Tüm bu süreç içinde tasarruf açığımızı dünyada birikmiş olan tasarruflardan en düşük faiz haddi ile nasıl karşılayacağız? Hızla artan talebin ve yarattığı enflasyonist baskıyı nasıl dengeleyeceğiz?

Şimdi, bu sorulara mevcut paradigma içinden bugüne değin verilen cevapların bu hayli karışık ve zor denklemi çözmediğinin açık olduğu bir noktadan konuşuyoruz. Durum ortada. 2000’de yaşadığımız kriz bizi bozulan makro ekonomik dengeleri gözetme temelinde bir program ortaya koymaya mecbur etti.

Mevcut paradigma, ekonomik istikrarı sağlamaktan aciz düşmüş bir yönetişim sisteminin disipline edilmesi üzerine kuruldu. Hükümetimiz bu programı hiç taviz vermeden son derce başarılı bir biçimde uyguladı. Günün şartlarına göre yorumladı ve geliştirdi. Deyim yerinde ise vücudu sarmış olan iltihabı antibiyotik tedavisi ile kuruttu. Bütçe denkliğine karşı sorumluluğu kamuda bir refleks haline getirdi. Ama artık başka bir noktadayız. Yıllar boyunca reel sektöre kemer sıktırdık ve finans sektörümüze ciddi kaynaklar aktardık.

Küresel krizde finans sektörümüz parlak bir sınav verdi. Bu gün Türkiye dünyanın yükselen değerlerinden ve cazibe merkezlerinden birisi olmak yolunda hızla ilerliyor. Hala antibiyotik tedavisi refleksleri ile hareket etmeyi sorgulamak durumundayız. Çünkü bu gün rüzgar bizden yana ve soru şudur: Bu rüzgarı teknenin direğini kırmadan, yelkenimizi yırtmadan, tekneyi yatırmadan nasıl kullanacak ve rotamıza doğru hızla nasıl ilerleyeceğiz.”

TİM Başkanı Büyükekşi’nin konuşmasının devamı şöyle:

“Bilindiği üzere, İhracatın ithalata oranla daha az artmasında ve cari açığın çok hızlı yükselmesinin ardındaki temel neden mevcut paradigmanın oluşturduğu kur politikasıdır. Biz durumu açık yüreklilikle paylaşmak istiyoruz. Derdimizi anlatmak istiyoruz. Anlaşılmak istiyoruz ve birlikte bir çözüm bulmak istiyoruz.

Şimdi burada bizim dışımızda oluşan bir sermaye hareketi var. Yıldızı parlayan ülkelere müthiş bir sermaye girişi yaşanıyor. Kurlarını serbest piyasada dalgalanmaya bırakmış rejimlerde ve tabidir ki bizde de kur bunun sonucundan doğrudan etkileniyor.

Hemen altını çizelim, biz yabancı sermayeye karşı değiliz. Ülkemizi çok daha fazla sermayenin girmesini arzu ediyoruz. Ama bunun en azından önemli bir kısmının doğrudan yatırıma dönüşmesini istiyoruz.

İki gün önce Ocak ? Temmuz dönemi ödemeler dengesi rakamları açıklandı. Ülkemize bu yılın ilk 7 ayında giren 24,8 milyar doların sadece 3,3 milyarı doğrudan yatırıma geldi. 10,8 milyar doları portföy yatırımı olarak geldi. Diğeri de bankalar aracılığıyla geliyor. Yılbaşından bu yana enflasyon ve nominal kurdaki gelişmeden dolayı TL yüzde  10 değerlenmiş durumda. Bu bir sonuç. Bu sonucu dengelemek için maliyetlerde yüzde  10?luk iyileştirme yapmak mümkün değil. Kaldı ki bazı sektörlerimizde işçiliğin tüm maliyet içindeki payı yüzde  10 bile değil.

Durduk yerde, çok hızlı bir şekilde rekabet gücü kaybediyoruz. Biz bu durumdan etkileniyoruz. Canımız yanıyor. ?Yapacak bir şey yok, ülke kabuk değiştiriyor, sizlerin bir kısmı da bitecek? denirse biz üzülürüz. Biz Türk ihracatçıları, Türkiye?deki rekabetçiliğimizi kaybedince başta tekstil ve konfeksiyon olmak üzere yatırımlarımızı Mısır veya başka yerlerde yaparak ayakta kalırız ama ülkemiz kaybeder.

Bu ülkenin sadece hizmetler sektörü ile ayakta kalması mümkün değil. Bakın Yunanistan?ın durumu ortada. Bizim üretmemiz ve satmamız gerekiyor. Bizim bu imkanımız elimizden gidiyor. Biz bunun için sesimizi yükseltiyoruz. Kırıcı olmadan derdimizi anlatmaya çalışıyoruz.

İhracatçımızın yüzde  72?si en büyük sorunum kur diyor ve bu sebepten fiyat veremiyorum diyor. Bundan daha büyük bir çığlık olabilir mi. Bu çağrıyı nasıl karşılayacağız ve çözüm bulacağız? Temel sorunumuz budur.

Dalgalı kur uygulanmasına rağmen, güçlü döviz girişleri ulusal paranın sürekli değerlenmesine yol açıyor, bu da sert ve maliyetli düzeltme gereği ortaya çıkarıyor.

Dünya yavaşladı. Yavaşlıyor. Para kazanacak bakir ülke ve sektör arayışları hız kazandı. Sermaye, yani kapitalist sistem Türkiye?den para kazanmak istiyor. Bu çarkın devam etmesinin en önemli aracı döviz kuru.

Peki en büyük dayağı kim yiyor?

Türk sanayicisi ve ihracatçısı yiyor. Türkiye yükselen ülke. Döviz girişleri artacak. Merkez Bankası döviz girişini en iyi gören kurum. Bu girişleri sterilize etmesi gerekiyor.

2010?da tarihi döviz girişleri görüyoruz. Ülkeye toplam 24,7 milyar dolar döviz girişi var. Aynı dönemde döviz alım ihaleleri ile alınan tutar 5,7 milyar dolar, döviz girişlerinin yüzde  23?ü. Peki Merkez Bankası bu dönemde döviz rezervlerini ne kadar artırmış; sadece 985 milyon dolar. Oran olarak döviz girişlerinin yüzde  3.8?i. Biz bu oranın çok düşük olduğunu düşünüyoruz.

Merkez Bankası döviz alıyor, ama bunları Hazine?ye kullandırdığı için rezerv biriktiremiyor. Merkez Bankası ülkeye döviz girişlerinin daha fazlasını sterilize edebilir ve döviz rezervlerini daha fazla artırabilir. Döviz alımlarının miktarı artırılarak daha etkin döviz sterilizasyonu yoluna gidilebilir.

Bir şeyi çok net ifade edeyim. Türkiye?nin cari açığı yılın ilk 7 ayında 24,2 milyar dolar. Yılsonunda 40-42 milyar dolar olacak. Türkiye bu cari açığı rahatça taşır.

Belki 2016-2017?ye kadar Türkiye cari açığı taşıyabilir. Çünkü Türkiye?ye para girmeye devam edecek. Varlık fiyatları artacak. Şirket değerleri artacak. Bu politikanın devamı bizi İspanya yapar. Yunanistan yapar.

Sektörel örnek verelim. Otomotiv sektörü düşük kurdan en çok şikayet eden sektörümüz. Geldiğimiz nokta şu: Almanya  ile rekabet edemiyoruz. Yerli girdi üreten yan sanayi rekabet edemiyor, üretimini durduruyor. Ana sanayiye mesela fren balata sistemleri artık Almanya?dan gelmeye başladı. Çünkü Türkiye?de üretilenler artık pahalı. Euro düştüğü için Almanya avantaj elde ediyor.

Yıl başında 100 bin Euroluk bir aracı almak istediğinizde ödeyeceğiniz rakam 220 bin TL idi. Şimdi ise 192 bin TL ödüyorsunuz. Tüketiciler için sevindirici bir durum. Tersini ihracatçı için düşünelim. Yılbaşında katıldığı fuarda 100 bin Euroluk ihracat bağlantısı yapan, sonra bunu üreten ve günü geldiğinde ödemesini alan ihracatçı var.

Dövizini TL?ye çevirdiğinde aldığı karşılığın 220 bin TL?den 192 bin TL?ye gerilediğini görüyor. Piyasada karların yüzde  6 ? 7 seviyesinde olduğu bir dönemde zararına ihracat yapılmış oluyor.

Biz zararına ihracat yapmak istemiyoruz. Ülkemiz cari açık versin istemiyoruz.

İki gün önce OECD Türkiye ile ilgili çok kapsamlı bir raporu açıkladı.

Raporun içerisinde 2009 yılından başlayan etkileyici ve güçlü büyümenin temel dinamiğinin ihracat ve özel tüketim olduğu belirtiliyor.

Ticaret dengesindeki bozulmayı engellemek için özel sektörün uluslararası rekabetçiliğini geliştirilmesi gerektiği ifade ediliyor. Bunun için de iş gücü ile ilgili düzenlemelerin yapılmasına, verimliliğin artmasına, ar-ge, ür-ge ve yenilikçiliğe özel vurgu yapılıyor. Daha fazla değer yaratmamız gerektiğinin bilincindeyiz. Markalar yaratmamız gerektiğinin bilincindeyiz. İş modellerimizi farklılaştırmamız gerektiğinin bilincindeyiz. Sektörlerimizde transformasyona gitmemiz gerektiğinin farkındayız. Daha fazla teknoloji yoğun sektörlere gitmemiz gerekiyor ama 72 milyonluk ülkemizin bazı bölgelerinde mutlaka emek yoğun sektörlere de ihtiyacı var. Bu sektörlerde de moda, marka, katma değer yaratarak devam etmemiz gerektiğinin de farkındayız.

Yine raporda da ifade edildiği gibi, ekonominin bazı alanlarında yenilikçilikle rekabet gücünü geliştirmeyi kısmın başardık.  Ama Türkiye?nin bunu tam yapması için yabancıların ?buying time? dediği bir döneme ihtiyaç var. 3-4 yıllık bu geçiş dönemi de olmak zorundadır.

Kur bu kritik dönemde önemli bir araçtır.

Size ilginç bir istatistik vereyim. 2001 yılında dolar kuru 1,45. Brüt asgari ücret 205 lira. 1000 dolar ile 7 işçi çalıştırmak mümkün.

2010?a geliyoruz. Dolar kuru 1,50. Brüt asgari ücret 856 lira. Şimdi 1000 dolar ile 1,7 işçi ancak çalıştırılabiliyor. 9 senede işçilik maliyetleri yüzde 311 artmış. Aynı dönemde enflasyon yüzde 151 artmış. Dolar ne kadar artmış? Hiç. Tablo bu. Gerçeklik bu. Buyurun işin içinden hep beraber çıkalım.  Merkez Bankası?nın gelişen şartlar karşısında aktif davranması gerektiğini düşünüyoruz. Çünkü Türkiye?ye ciddi sermaye girişlerinin beklendiği bir dönemdeyiz. Merkez Bankası?nın kurlarla ilgili pozisyonunu açıklamasını bekliyoruz.

Orta vadede bir Türkiye balonu oluşmasından korkuyoruz

Orta vadede bir Türkiye balonu oluşmasından korkuyoruz. Dışarıdan kontrolsüz bir şekilde Türkiye?ye akan para varlık fiyatlarını şişirecek. Borsayı şişirecek. Nominal kurları daha da düşürecek.

En büyük tehlike budur.

Dışarıdan gelecek finansmanın rekabet gücümüzü geriletmeyeceği bir mekanizma kurmamız lazım. Bunun üzerine bütün kurumların kafa yorması lazım. Merkez Bankası bizzat bizimle bu tartışmaya katılmak zorundadır. Peki neler yapılabilir?

Kısa vadeli çözüm önerileri ne olabilir?

Bize göre Merkez Bankası rezervlerini arttırabilir. Bu IMF dahil herkesin kabul ettiği bir gerçek. Merkez Bankası?nın rezervlerinin 75 milyar dolardan 100 milyar dolara veya gerekiyorsa daha yüksek bir düzeye çıkarılması mümkün.

Merkez Bankası günlük alım ihalelerinde miktarı 30 milyon dolardan 40 milyon dolara çıkardı. Ancak görülüyor ki bu düzeyde bir alım etkili olamıyor.

Tıpkı Japonya?nın iki gün önce yaptığı gibi, Merkez Bankası gerektiğinde ciddi alımlarla kura müdahale etmelidir. 700 milyar dolar ihracatı olan Japonya Yen?deki değerlenmeye müdahale etti. Japon yetkililer, Merkez Bankasının piyasaya ne kadar Yen sürdüğü konusunda bir rakam telaffuz etmiyor. Güçlü Yen’in, denizaşırı bölgelerde ürünlerinin rekabet gücünü azalttığı için Japon ihracatçılarını olumsuz yönde etkilediğini ifade ediyorlar. Bizde de aynı şekilde kuvvetli bir şekilde kura müdahale edilmelidir. Her gün belli bir miktarda alım olduğunda piyasa beklentisi oluşuyor ancak ani ve miktarı değişen oranlardaki müdahaleler etkili sonuç verecektir.

Japonya Maliye Bakanı Noda, kurlardaki hızlı hareketlerin önüne geçmek için döviz piyasasına müdahale ettiklerini söyledi. Noda, döviz piyasasındaki gelişmeleri yakından takip etmeye devam edeceklerini belirterek, gerektiğinde müdahaleyi de içeren kararlı adımlar atacaklarını ifade etti.

Enflasyon beklentisi

En son açıklanan beklenti anketlerinde enflasyon beklentileri düşüyor.

Referandum sonrası oluşan iyimserlik havası faizlere anında yansıtılmalı diye düşünüyoruz. Merkez Bankası?nın dün akşam aldığı 25 baz puanlık faiz indirimi için teşekkür ediyoruz. Ancak Merkez Bankası faizleri daha da düşürebilir.

Biz 2011 Martına kadar kademeli olarak 1.25 puanlık bir düşüşün risk oluşturmayacağını düşünüyoruz. Daha sonra da tıpkı ABD, İsrail ve Avrupa Merkez Bankaları gibi çok daha düşük bir faiz seviyesini hedefleyebilir.

Merkez Bankası?nın ihracatçı ve sanayici ile daha yakın bir ilişki kurması gerektiğini, danışma mekanizmaları geliştirebileceğini düşünüyoruz. Bunun için istişare konseyi benzeri bir yapı kurulmalıdır.

Para Politikası Kurulu?ndan bir gün önce Merkez bankası ihracatçıları, sanayicileri, üreticileri dinleyebilir. Onların hazırladıkları raporlardan yararlanabilir. Böylece reel sektörün nabzını daha iyi tutmuş olur.

Biz TİM olarak, döviz istikrar fonu kurulmasını talep ettik.

İhracatçının döviz kuru riskini hedge edecek bir fon kurulursa ve bunun için gerekli kaynak ta kısa vadeli sermaye hareketlerinden sağlanırsa, ihracatçının kendisi dışında gelişen şartlardan etkilenmesi telafi edilecektir.

Merkez Bankası?nın reeskont kredisinin vadesini uzatması ihracatçılar için önemli avantajlar sağlayacaktır. Daha uzun vadeli finansman ihtiyacının olduğu büyük bir gerçektir.

Biz Merkez Bankası’na nasıl daha iyi Merkez Bankacılık yapılır diye öneri getirmiyoruz. Biz gelin mevcut  paradigmayı tartışamıyorsak hiç değilse acı yan etkilerini tartışalım ve yol bulmaya çalışalım diyoruz. Bizim sesimiz artık bir çığlık. Bizim ciddi bir sorunumuz var. Bunun çözümü büyük oranda sizde. Siz de bizim bu hayati sorunumuzu çözecek tedbirleri alın. Bizim ve ülkenin bu en temel sorununa bir çözüm bulunamazsa Merkez Bankasının amaçları ile ilgili çok ciddi bir tartışma olacaktır.”


sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

Bir yanıt yazın