OSMAN SİRKECİ – TİDAF Yönetim Kurulu Üyesi ve Avrupa Birliği Sorumlusu >> Mikro işletmeciliğe ilişkin görüşlerimin şekillenmesi uzun bir zaman aralığını kapsıyor. 35 yıl kadar önce; 10’lu yaşlarımın ikinci yarısında, çiftçi bir ailenin mensubu olarak, esnaflığa geçiş sürecine şahit oldum. Küçük çiftçiliğin kaçınılmaz gereği olan, daha çok beden gücü ve iş hayvanlarının gücünden yararlanmaya dayanan üretim süreçlerini, 15 yaşıma kadar bizzat içinde yaşayarak gözlemledim. Her köylü çocuğu gibi; bir zorunluluk olarak, altı yaşlarından itibaren işgücüne katıldım. Tütün tarlalarında çapa işlerinden, hayvanların yemlenmesine; bağ ve bahçelerdeki sulama işlerinden, ağıl inşaasına değin pek çok üretim sürecine bizzat katıldım, üretimin ne demek olduğunu gördüm.

Avrupa ile ABD’deki gelişmeler ve Türkiye’nin o günkü fotoğrafı

Ülkemizde traktör ve modern tarım araçlarının henüz yaygınlaşmadığı, sadece sayılı orta ve büyük ölçekli çiftliklerde kullanıldığı 70’li yıllarda; yoğun beden gücü gerektiren çiftçilikten küçük esnaflığa geçiş; nisbî bir ilerlemeyi ifade ediyordu. Milyonlarca çiftçi için bu farklılaşma, göreceli bir refah anlamına geliyordu. O yıllar genç Türkiye Cumhuriyeti’nin yorgun düştüğü, gerek küçük çiftçinin, gerekse küçük esnaf ve sanatkârın giderek yoksullaştığı bir dönemdi. Türkiye’de çiftçi ve esnaf, rekabet gücünü yitirip yoksullaşırken, Avrupa ülkelerinde küçük işletmeler yavaş yavaş önem kazanmaya başlamıştı. Avrupa; kurumlarıyla beraber küçük ve orta ölçekli işletmeleri keşfediyor, onları “ekonominin lokomotifi” kabul ediyor ve her yeni yılı “KOBİ yılı” ilan ederek, işletmelerini destekliyordu.

O yıllarda Amerika Birleşik Devletleri, 1953’te işletmelerinin rekabet gücünü artırmak amacıyla temeli atılan ?The U.S. Small Business Administration” (SBA) kuruluşu aracılığıyla verdiği teşviklerle KOBİ’lerini küresel aktörlere dönüştürmeyi başarmış, 20 yıllık başarılı bir deneyimi geride bırakmıştı.

Çocukluk dönemim ve gençlik yıllarımda, devletin tarım sektöründeki müdahaleci taban fiyatı uygulamalarından; TEKEL’lerin, TARİŞ’lerin emek yoğun, verimi düşük tarım işletmeciliğine dair süreçleri gördüm. Tarım sektörü ve reel ekonomik hayatta ilişkin devletin müdahalelerinden haberdar oldum ve bilgi birikimi edindim.

Çiftçilik ve küçük esnaflık tanıklıklarım

Yaz aylarında dışarıdan gelen mevsimlik işçilerle 2 bin 500?e kadar çıkan 2 bin nüfuslu, tütünü ile meşhur İzmir’in Bulgurca Köyü’nde “aile işletmesi” olarak açılan bakkal dükkânıyla, küçük esnaflık yaşamına tanıklık etmeye başladım. Bulgurca Köyü, turistik sahil beldelerinin geçiş yolu üzerinde bulunuyordu. Bakkalımız; dokuz kişilik bir ailemizin ihtiyaçlarını; likit gaz tüpü bayiliği ve çeşitli tüketim malzemeleri satarak sağlıyordu. Böylesi bir ortamda bir kasaba bakkal dükkânının işletilmesi, muhasebesi, mal tedariği, veresiyesi, kârlılığı gibi detaylarını inceleme fırsatı buluyordum. Doğal olarak küçük çiftçilikte harcadığımız emek karşılığında doğrudan aynî ya da para olarak elde ettiklerimizle; küçük esnaf olarak kazandıklarımızı mukayese etme fırsatı buldum. Küçük esnaflıktaki gelirimiz, emek verimliliğimiz, getirilerimiz, kendi mutfak ihtiyaçlarımızı doğrudan bakkaldan sağlamanın nispî avantajlarını, en ince detaylarına kadar kıyaslayabiliyordum. Bizzat yaşayarak, küçük çaplı ticari bir faaliyetten sağlanan kazançla, küçük çiftçilerin hiçbir zaman ulaşamayacakları rahat bir yaşamın mümkün olabileceğini görüyordum.

İçinde bulunduğum bu ortam, daha sonraki yönelimlerimin temel taşı, işletme eğitimimin de nedeni oldu.

Çiftçilik yaparken; tarım işlerini, başkanı komşumuz olan İzmir Ziraat Odası gibi tarım örgütlerinin işlevlerini yakından tanıma fırsatı buldum. Ülke çapında tarım sektörünün durumunu, sorunlarını yakından biliyordum. Aynı şekilde ailece esnaflık yaparken, küçük esnaflığın durumu ve sorunlarını biliyordum. Şimdi adı Menderes olan Cumaovası Esnaf ve Sanatkârlar Derneği üyesiydik ve faaliyetleri hakkında bilgi ediniyordum. Bu tanışıklık, 1979 sonundan başlayıp, 1980 Ağustosu’na kadar devam eden Cumaovası Esnaf ve Sanatkârlar Derneği Kâtipliği ile daha perçinlendi. Dernek üyelerinin yaşam koşulları, Esnaf Kefalet Kooperatifi kredi işlemleri gibi birçok ayrıntılı bilgi, özel bir derinliğe ulaşmamı sağlıyordu.

Bu böyle kâh öğrenimimle, kâh doğrudan çalıştığım zamanlarda sürdü. Küçük sanatkârların yanında ve işletmelerde para kazanmak amacıyla yaptığım çalışmalar; Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi (İİBF) Kooperatifçilik bölümündeki öğrenciliğime değin sürdü. Bölümün kaldırılması ve okulu “İşletme Lisansı” ile bitirmem, işletmeciliğe ilişkin yönelimimin netleşmesini sağlıyordu. 2006 yılında tamamladığım “KOBİ’lere Yeni Yaklaşım Açısından Mikro İşletmeler ve Muhasebe Uygulamaları” konulu MBA dönem proje çalışması bunu akademik boyutta ifadelendirdiğim bir çalışma oldu.

Mikro işletmecilik serüvenimde karşılaştığım ilk engeller

Türkiye’de ve Almanya’da sürdürdüğüm akademik eğitimimde “tez konusu” belirleme aşamasına gelindiğinde; ilk planda, “küçük esnaf veya küçük tarım işletmeleri”ni ya da son yılların revaçta ifadesiyle, “mikro işletmeler ve girişimler”i düşündüm. 1975 ? 2006 yılları arasındaki 30 yıllık gözlem ve deneyimlerimden destek alarak; akademik çalışmamın bu alanda olması gerektiğini düşünüyordum. Gel gör ki; hangi kariyerde olursa olsun kime bu düşüncemi söylesem, adeta bir kayaya toslamış gibi tepki alıyordum:

“Boşver, bu konu incelemeye değmez, çok verimli bir alan değil! Bahse konu kesimler marjinal sektörler, kimi ilgilendirir ki? Bu araştırmanın piyasası olmaz! Mikro işletme ya da girişimler gerek ulusal; gerekse küresel çapta zaten çok az ele alınmıştır, kaynak sıkıntısı çekersin! Kendini yorma!”

Meslek hayatımı ve uzmanlaşmak istediğim konuları sorgularken; sektörler de gelişiyordu.

Esnaflar derneği katipliğime; İzmir Çiğli Küçük Sanayi Sitesi S.S. Yapı Kooperatifi’nde muhasebecilik deneyimim eklenmişti. Bu sürece İzmir Ziraat Odası’nın muhasebe işlerinin de dahil olduğu İzmir Kemeraltı’nda yaptığım mali müşavirlik hizmetleri eklendi. 30 küçük esnaf mükellefimdi. Profesyonel meslek hayatım, dönülmez bir tanıma ulaşırken, kalıcı sınırlarına da ulaşıyordu. Sonraki 20 yıllık zaman, bana başka deneyimler kazandırmış olsa da ana hatlar değişmedi. İstanbul’daki muhasebecilik hayatımda, orta ölçekli bir işletmenin ithalat-ihracat muhasebesiyle karşılaştım. Bir işçi ortaklığı olarak kurulan ve 500 kişinin çalıştığı SÖRMAŞ şirketler grubunun pazarlama birimi olan SÖRPA A.Ş.’de muhasebe şefi olarak çalışmam, hem ortaklıkları hem de büyük ölçekli şirket tanıma fırsatını sağladı.

Almanya’da yaşadığım sürede ise muhasebe ve finans ağırlıklı meşguliyetlerimin yanı sıra, özel bir eğitim kurumunda doçent olarak muhasebe dersleri verdim. Küçük işletme sahibi ve girişimci olan öğrencilerim; temel muhasebe derslerini tarafımdan aldı. Diğer yandan; “kiosk”, “stehcafe”, “reise büro” ve butik otelcilik gibi fiili mikro girişimcilik deneyimlerim oldu. Bunların yanında İstanbul Airlines A.Ş. ve Pegasus Fly Express GmbH gibi büyük ölçekli uçak şirketlerinde, muhasebe ve finans bölümü müdürlükleri yapma fırsatım oldu.

MBA süreci, mikro işletmecilikle ilgili görüşlerimi pekiştirdi

Görüldüğü üzere son 25 yılın meslekî birikimi bana ciddi MİKOBİ (mikro KOBİ) bilgi ve deneyimi kazandırdı. Diğer yandan vergi yükü ve rolünü, teşviklerin önemini, yer yer bizzat kullanarak, yer yer teşvik kullanan girişimciye danışmanlık ve koçluk yaparak yakından görme fırsatım oldu. Bu açıdan küçük ve çok küçük ölçekli işletmelerin, yasa karmaşası içinde, bürokratik duvarlar karşısında ve bilgisizlik çölünde nasıl zorluklarla mücadele etmek zorunda olduğunu biliyorum. Bıktırıcı ve caydırıcı pek çok engeli, çok yakından tanıma ve inceleme şansım oldu.

Tanıklıklarımı, toplumsal sorumluluğumun ertelenemez bir gereği olarak; çeşitli gazete ve dergilerde, okullarda, toplantı, kongre ve konferanslarda; bilgi kullanıcılarıyla paylaşmaya özen gösterdim. 20 yıllık ertelemeden sonra, mutlaka gerçekleştirmem gereken bir uhde olarak “yüksek lisans” öğrenimime, 2005 Nisan’ında başlama fırsatı buldum. Başlangıçta, amatörce sürdürmekte olduğum araştırma ve incelemelerimi, hocalarımın destek ve çok yönlü teşvikleriyle, bilimsel yöntemlerle daha disiplinli sürdürdüm. Master tez danışmanı hocamın, “Onların muhasebeye dahi ihtiyacı yok” dediği bir atmosferde, önerilerine nezaketle itiraz ettim, görüşmelerimizle zamanla kendisinin de ilgisini çekmeye başlayan, “mikro işletmeler” hakkında tezimi tamamladım. Hocamın başlangıçtaki isteksizliği; çalışmalarımız sırasında, mikro işletmeleri ilgilendiren çok farklı yönlerde değerli katkılar sağlayan bir boyuta bile dönüştü. Bu çalışmamız, 2006 Kasım ayında hocamın kendisi tarafından yapılan sunumla, Kazakistan’da düzenlenen “Orta Asya KOBİ Kongresi”nde ortak bir tebliğ şeklinde, akademik çevreye sunuldu. Bu tebliğ, benim açımdan içerik ve biçim olarak, bu düzeyde bir “ilk” oluyordu. Kongrede gördüğümüz pozitif yaklaşım ve teşvik edici ilgi, güzel bir başlangıç yapma fırsatı sunmuştu ve sonraki fikri üretimlerime güç verdi.

Yüksek lisans, doktora programları ve dersler sırasında hazırladığım seminerlerde, çalışmalarımın içeriğini mutlaka tez konuma uygun; makale ya da bildiri ciddiyetinde hazırladım. Seçimimde buna özellikle özen gösterdim. Çalışmalarımdan üçü, yurtdışında uluslararası kongrelerde bildiri olarak kabul edildi ve yayımlandı. İki çalışmam Türkiye’de düzenlenen uluslararası nitelikli, iki çalışmam da ulusal nitelikli kongrede bildiri olarak kabul edildi. Bu çalışmalar ayrıca, hakemli dergilerde makale olarak yayımlandı. Makale ve yorumlarım çeşitli süreli ve mesleki yayın organlarında, güncel yazılarım internet sitelerinde; uzman görüşü ya da köşe yazısı olarak okurlarla buluşuyor. Girişimcinin haber kaynağı www.kobipostasi.net internet sitesi takipçilerinin de görüşlerimizden yararlanacaklarını umuyoruz.

Eğitimden pratiğe, birikimden meslek örgütlerine

Yıllardır, eğitim ve üretimin içiçe olması gerektiğini savunuyorum. Bu açıdan bakıldığında; kendi mesleki faaliyetlerim de bu yaklaşım ışığında, daha kaliteli oldu. Bilimsel araştırma ve incelemelerim, öğrendiklerim; müşterilerime daha verimli ve kaliteli danışmanlık hizmeti sunma olanağı verdi. Danışmanlık hizmeti sunduğum müşterilerimiz, meslektaşlarımız, maliye kontrolörleri, birlikte çalıştığımız noterler ve avukatlar nezdinde 20 yılın üzerinde edindiğimiz saygınlık, bu hedefe ulaştığımızı sanırım ortaya koyuyor. Bu hedeflere ulaşmamın bir göstergesi ve mesleki başarılarımızın bir sonucu olarak; sivil toplum örgütlerinde saygın konumlar elde etme imkanına kavuştuk, bu güç ve teveccühle mesleki örgütlerde de başarılı çalışmalar ortaya koyma gayreti içindeyiz. Bu sayede Türk İşadamları Dernekleri Avrupa Federasyonu (TİDAF) yönetim kurulu üyesi ve Avrupa Birliği sorumlusu, icra kurulu üyesi olarak daha geniş kesimlere hitap etme; sorun ve taleplerini dile getirme imkânı buluyorum.

Avrupa Birliği Parlamentosu’ndan, Almanya ve Türkiye başbakanlarına, büyük kısmı bakanlık düzeyinde olan pek çok merciye; Almanya yerlisi ve göçmen girişimcilerin kurduğu küçük ve mikro işletmelerin sorunlarını dile getirme, çözüm önerileri geliştirip sunma gibi bir misyonu, sorumluluğumun ve görevimin gereği olarak yerine getirmeye çalışıyorum.

KOBİ’lere yeni yaklaşım

Burada, TİDAF’ı Türkiye kamuoyuna özel olarak tanıtmamız gerektiğini düşünüyorum. Çünkü TİDAF, Avrupa çapında örgütlü; Türk kökenli göçmen girişimcilerin yurtdışındaki en saygın ve kitlesel mesleki kuruluşlarının başında geliyor. Bizzat kişisel çabalarım ve girişimlerimle TİDAF’ın KOBİ temsilcileri ya da bilim insanlarına yönelik konferans, toplantı ve televizyonlarda açık oturumlar gibi  çalışmalarına katkılar sunmaktayım. Bu etkinliklerde, “KOBİ’lere yeni yaklaşım” perspektifi ile mikro ve küçük işletmelerin önemini, sorunlarını, ihtiyaçlarını, alınması gereken acil önlemleri ele alıyor, kamuoyuna duyuruyoruz. Hiç kuşkusuz, TİDAF’ın bu etkinlikleri sonunda ortaya çıkan bildirgeler; ilgili kurumlarda ve hatta hükümetler düzeyinde bir platformda, sıkça gündem konusu olarak gücünü ortaya koyabilmektedir.

Tarafımızca sık sık dile getirilen konular; başta Avrupa Birliği kurumları olmak üzere, Almanya ve Türkiye’de çeşitli vesilelerle ele alınmış, gerek vergi oranı indirimi, gerekse doğrudan yasa çıkarılması gibi sonuçlar doğurmuştur. Önerilerimizin kapsamlı reform çalışmalarına kaynaklık yapması, tezlerimizin yer ve zaman bakımından ne kadar isabetli olduğunun en açık ve en anlamlı göstergesi olmuştur. Önerilerimizle tanışan çeşitli ülkelerdeki küresel mikro işletmeciler ve serbest meslek mensuplarının bizlere gösterdiği ilgi, tabi ki çalışmalarımızın motivasyon kaynağı olmaya devam ediyor.

Son çalışmalarımızdan biri yılların birikiminin ifadesi, “Küresel Uygulama Eğitimi” uygulamasıdır. Akademik çalışmalarımızı, ekonomik ve sosyal yaşamla birleştirme projesi diyebileceğimiz bu uygulama da kamuoyundan destek görmektedir. Vizyonumuzun yaşam bulması için birçok uzman ve akademisyenin kurucu sıfatıyla ortak olduğu MİKOBİ Danışmanlık Eğitim A.Ş., 2010 Mayıs’ında Ankara’da kuruldu. Karşılıklı işbirliği yapmak üzere Almanya’nın Köln kentinde kurulan “MİKOBİ Beratung UG” limited şirketinin isim babalığı ve faaliyet alanlarının belirlenmesi bize düştü.

İşletmeciliğe ilişkin bazı gerçekler

Uzun bir süzgeçten damıtılarak gelen yaklaşımlarımız ışığında, bazı gerçekleri de kabul etmemiz gerekiyor:

Birinci olarak; ne ulusal ne de uluslararası kapsamda, mikro ve küçük işletmecilikle ilgili istatistiki, ciddiye alınabilecek bir veri tabanı yok. Artık, işletmecilikle ilgili zengin bir bilgi bankasının oluşması gerekir.

İkinci olarak; 40-50 yıldır ABD ve AB’de önemi sonuçlarıyla ortaya çıkmış olmasına rağmen, ülkemizde işletmecilikle ilgili olarak; tanım, nicel ve nitel sınırlar ve ölçüler konusunda gerekli hassasiyet yeterince gösterilmiyor. Devletin gözünde işletmeler; hâlâ toplanacak vergiler için yolunacak kaz şeklindedir. Oysa vergi oranlarında yapılacak indirimlerin, potansiyel vergi miktarlarını artırdığı artık tartışılmıyor. KOBİ’lerin istihdam dostu işlevi, işsizlik ayyuka çıkmışken, hak ettiği ilgiyi yeterince görmüyor.

Dünyada da mikro işletmeciliğe ilişkin çalışmalar hâlâ şüpheyle karşılanıyor. Birleşmiş Milletler?in 2005?i ?Mikro Kredi Yılı? ilan etmesinin ve Prof. Dr. Muhammed Yunus?a Nobel Barış Ödülü verilmesinin arkasında yattığı öne sürülen “asıl öneme haiz” konunun; küresel finans kuruluşlarıyla, bankalara yeni kredi pazarı bulma arayışlarından kaynaklandığı iddiaları yaygındır.

Üçüncü olarak; bilim insanları ve araştırmacıların daha çok piyasa kaygısı ile olması olasılığı yüksek sebeplerden dolayı, konuyla derinlemesine ve ciddiyetle ilgilenmemiş oldukları gerçeği karşımıza çıkıyor.

Mevcut veriler ışığında; bütünlüklü bir yaklaşıma ulaşmadan, ülkemizdeki mikro ve küçük girişimlerin durumları ve sorunlarının objektif tespitini yapmak pek olası gözükmüyor.

(Not: Bu yazı, Türk İşadamları Dernekleri Avrupa Federasyonu (TİDAF) Yönetim Kurulu Üyesi ve Avrupa Birliği Sorumlusu Osman Sirkeci’nin doktora çalışması sırasında ulaştığı gözlemleri anlatmak amacıyla kaleme aldığı özel amaçlı otobiyografinin bir kısmını oluşturmaktadır. Yazarının izniyle, özetlenmiş ve redakte edilmiştir.)


sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

Bir yanıt yazın